Vekalet Görevini Kötüye Kullanma
17 Ocak 20182/B Problemleri
17 Ocak 2018ORMAN TAHDİT SINIRLARI İÇERİSİNDE KALAN TAŞINMAZLAR YÖNÜ ile TAPU SİCİLİNİN HATALI TUTULMASINDAN DOLAYI DEVLETİN SORUMLULUĞU
THE STATE’S RESPONSIBILITY FOR ERRONEOUS RECORDKEEPING OF THE LAND REGISTRATION REGARDING REAL PROPERTIES WITHIN THE FOREST RESTRICTION LIMITS
Özet
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 1007. maddesinde, tapu sicilinin hatalı tutulması durumunda, Devletin sorumluluğunun doğacağı hususu açıkça düzenlenmiştir. Devletin, tapu sicilinin tutulması açısından tek yetkili olması, tapu sicilindeki kayıtları düzgün tutmakla yükümlü olmasını ve yolsuz bir kayıt tutulduğunda, bundan dolayı ortaya çıkan zararlardan sorumlu olmasını gerektirmektedir. Tapu kayıtlarının yolsuz sayılmasının kabul edildiği durumlardan biri de, orman ve genel arazi kadastro çalışmalarının uyumlu bir şekilde tamamlanmaması neticesinde, tapu kayıtlarının orman tahdit sınırları içerisinde bırakılmasıdır. Ancak, tapu kayıtlarının orman tahdit sınırları içerisinde kalması ile yolsuz kabul edilmesi, hatalı kadastro çalışmaları ile ortaya çıkan bir durum olduğundan ve kadastro işlemleri uzun yıllar boyunca tapu sicili çerçevesinde değerlendirilmediğinden, tapu kayıtlarının orman tahdit sınırları içerisinde kalması, Türk Medeni Kanunu’nun 1007. maddesinde ifade edilen tapu sicilinin hatalı tutulması kapsamında kabul edilmemiştir. Ülkemizde, birbiriyle uyumlu olarak yürütül(e)memiş orman ve arazi kadastro çalışmaları, birçok taşınmaz malikinin tapu kayıtlarının hükümsüz sayılmasına neden olmuş ancak, karşılığı ödenmediği gibi tazminat talepleri de mahkemelerce kabul edilmemiştir. Mülkiyet hakkı ihlal edilenlerin yaptığı başvurulara ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) vermiş olduğu ihlal kararları neticesinde, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (YHGK), 2009 tarihli kararı ile görüş değişikliğine giderek, tapu kayıtlarının orman tahdit sınırları içerisinde kalması nedeniyle ortaya çıkan mülkiyet hakkı ihlallerinde, mülkiyet hakkı sahiplerine tazminat ödenmesi gerektiğine hükmederek, üzerinde çalışılması gereken yeni bir hukuki durumun önü açılmıştır.
Çalışmada, kesinleşmiş orman tahdit sınırları içerisinde kalan tapu kayıtlarının hükümsüz sayılmasının nedeni, bu durumun mülkiyet hakkını ihlal edip etmediği, ihlale karşı yürütülebilecek tazminat talepli hukuki süreçte dikkate alınması gereken hususlar ile uygulanması gereken zamanaşımı süresi ve zamanaşımı başlangıcı, doktrin, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi (AYM) ve AİHM kararları dikkate alınarak değerlendirilmiş ve bazı sonuçlara ulaşılmıştır.
Abstract
It has been clearly arranged in article 1007 of the Turkish Civil Act number 4721 that in case of erroneous recording of the land registry, the state’s responsibility would come about. The fact that the State is the sole authority to keep the land registry, it is required for the State to be obligated to keep the records in the land registry accurately and in case of an erroneous record, to be responsible for the damages that arise as a result. One of the situations where the land registry records is accepted to be erroneous is the situation where the land registry records are left within the boundaries of the forest restrictions due to the failure of forest and general land and cadaster work to be completed harmoniously. However, since the acceptance of land registry records left within the forest restriction limits, to be erroneous is due to erroneous cadaster work and since the cadaster work does not get evaluated within the framework of the land registry, the land registry records left within the forest restriction limits have not been accepted to be within the scope of the erroneous recordkeeping of the land registry expressed in article 1007 of the Turkish Civil Act (TMK). The forest and land cadaster work which has not be carried out harmoniously in our country has caused the land registry records of many owners of real properties to considered invalid, however while the corresponding equivalent has not been paid, compensation claims have not been accepted by the courts as well. As a result of breach decisions made by the European Court of Human Rights (AİHM) regarding applications made by those whose ownership rights have been breached, the Appellate Court’s General Assembly (YHGK) have decided on a change of opinion with their 2009 dated decision and decided for the requirement to have compensation paid to those with ownership rights in those ownership right breaches that arise due to the land registry records being left within the boundaries of the forest restriction limitations and thus a new legal situation on which work has to be done, has become possible.
During the study, the reason for accepting the land registry records left within the boundaries of finalized forest restrictions to be invalid, whether this situation breaches ownership rights or not, points to be considered in the legal process regarding compensation requests that could be conducted against the breach, the statute of limitations required to be applied and the start of this limitation, the doctrine and decisions made by the Appellate Court, High Court and the European Court of Human Rights have been taken into consideration, evaluated and some conclusions have been made.
Anahtar Kelimeler : Orman, mülkiyet, tapu sicili, haksız fiil, Türk Medeni Kanunu, 1007, tazminat, JEL:K
Keywords: Forest, property, land registry, tort, Turkish Civil Code, 1007, compensation, JEL:K
GİRİŞ
Orman Kadastrosu, mülkiyet farkı gözetilmeksizin orman tanımına giren yerler ile bu yerlerin içindeki ve bitişiğindeki her çeşit taşınmazların tespitine, sınırlarının geometrik olarak belirlenmesine, üzerindeki hakların tayinine yönelik teknik çalışmalardır[1]. Genel Arazi Kadastrosu ise, geometrik olarak sınırlanan taşınmazlar üzerindeki hakları ve söz konusu hakların sahiplerini tespit etmeye yönelik çalışmadır[2]. Her iki kadastro işlemi, çalışmamızın temelinde yer bulan mülkiyet hakkı hususuna doğrudan etki etmektedir. Mülkiyet hakkı, hukuk düzeninin yüklediği ödevler veya çizdiği sınırlar içinde, kişiyle eşya arasında doğrudan doğruya mevcut olan hakimiyet ilişkisinin diğer kişilere karşı korunması olarak tanımlanmaktadır[3]. Türk Medeni Kanunu’nun 683/1. maddesinde de belirtildiği üzere “Bir şeye malik olan kimse hukuk düzeninin sınırları içerisinde o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.” Mülkiyet hakkı, hakkın öznesi olan malike, genel olarak üç temel yetki vermektedir. Roma Hukuku tarafından oluşturulan bu yetkiler: kullanma (usus), yararlanma (fructus) ve tasarruf (abusus) yetkileridir[4].
Ülkemizde mülkiyet hakkının temel dayanağı Anayasa’dır. 1982 Anayasasının 35. maddesinde[5] düzenlenen mülkiyet hakkı, temel hak ve hürriyetler arasında sayılmaktadır. Bu nedenle, Devlet desteğini almış, hak sahibine en geniş kullanım ve hareket serbestisi sağlayan, olağanüstü haller dışında sınırlandırılması kural olarak mümkün olmayan, herkese karşı ileri sürülebilen ve ancak toplum yararı amacıyla sınırlandırılabilen bir temel insan hakkı olarak kabul edilmiştir. Mülkiyet hakkının tanımlarından biri, bireyle eşya arasındaki ve şahısların kendi aralarındaki ilişkiyi ifade ediyor ise, anayasal anlamda da şahıslarla Devlet arasında sınır oluşturan hukuksal bir ilişkiyi ifade etmektedir[6]. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 1952 tarihli Ek Protokol’ün 1. maddesinde[7] de genel bir çerçeve çizilmiştir.
Yukarıda izah edilen orman kadastro çalışmaları ile arazi kadastro çalışmalarının uyumlu bir şekilde yürütülmemesi sonucu oluşturulan tapu kayıtları, birçok hukuksal problemin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Özellikle, tapu sicilindeki kayıtlara güvenerek tapuda taşınmaz devir alanlar, Anayasa’nın 169. maddesi[8] uyarınca, kesinleşmiş orman tahdit sınırları içerisinde kaldığı için, tapu kayıtlarının hükümsüz sayılması karşısında, (zararları tazmin edilmediği için), son derece ölçüsüz bir mülkiyet hakkı ihlali ile karşı karşıya kalmışlardır. Çünkü, Yargıtay’a göre, gerek “ormanların özel mülkiyete konu olamayacak oluşu[9]” ve gerekse “kadastro çalışmalarındaki hatalı işlemlerin, tapu sicili kapsamında değerlendirilmemesi[10]”, devlete karşı açılan tazminat davalarının, (münferit birkaç dava dışında[11]) aleyhe sonuçlanmasına dayanak teşkil etmişti[12]. Belirtilen bu durum, yerleşik bir içtihat haline geldiğinden, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvuru zorunluluğu gündeme gelmiştir. İç hukuk kapsamında, zararlarının tazmini hususunda olumlu karar alamayan kişiler tarafından, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek 1 nolu Protokol’ün 1. maddesinde yer alan mülkiyet hakkının ihlali iddiasıyla AİHM’e yapılan bir çok başvuruda, mülk sahibine herhangi bir tazminat ödenmeksizin arazisinin devlet ormanı olarak nitelendirilmesinin, mülkiyet hakkına yönelik orantısız bir müdahale teşkil ettiği belirtilerek mülkiyet hakkının ihlal edildiğine dair kararlar verilmiştir[13]. Ne zaman ki süreklilik kazanan AİHM kararları ile bu durumun mülkiyet hakkı ihlaline neden olduğu belirlenmiş, o aşamadan sonra iç hukukta YHGK’nın T. 18.11.2009, E. 2009/4-383 ve K. 2009/517 sayılı kararıyla başlayan içtihat değişikliği ile, orman özelliğine sahip taşınmazların tapu kayıtlarının bedel ödemeden iptal edilmesi uygulamasına son verilmiş ve TMK’nın 1007. maddesi kapsamında Devletin sorumluluğunun önü açılmıştır.
Nitekim AİHM, (ilerleyen dönemde) 17.04.2012 tarihli Altunay V Türkiye kararı[14] ile de, iç hukukta içtihat değişikliğine gidildiğini belirterek, (iç hukuk yolu tüketilmediği gerekçesi ile başvuruyu reddederek) iç hukuku adres göstermiştir.
Yukarıda belirtilen süreçten sonra, iç hukukta daha sık karşılaşılan bir hukuki problem olarak; çalışmamızda, tapulu taşınmazların orman sınırları içerisinde kalması nedeniyle mülkiyet hakkı ihlalinde Devletin sorumluluğu, doktrin, Yargıtay, AYM ve AİHM görüşleri dikkate alınarak değerlendirilmiştir. Bu kapsamda, hukuki niteleme ve yargısal süreç hakkında açıklama yapılmakla birlikte doktrin ile yargı mercilerinin zamanaşımı hususundaki görüş ayrılıklarına değinilerek kanaatimiz açıklanmıştır.
1.Hukuki Niteleme
Tapulu taşınmazların orman tahdit sınırları içerisinde kalması nedeniyle oluşan mülkiyet hakkı ihlali kapsamında Devlete karşı açılabilecek olunan dava, taşınmazın aynına ilişkin bir dava olmayıp, ihlal edilen mülkiyet hakkının tazminine ilişkindir. Dolayısıyla bu davada, hüküm, belirli bir tazminatın ödenmesine yönelik olacağından, Yargıtay’ın[15] da kabul ettiği üzere, tıpkı haksız fiil sorumluluğu[16] nedeniyle açılan tazminat davaları gibi bir eda davası niteliği taşımaktadır[17].
Yargıtay, “tapulu taşınmazların orman tahdit sınırları içerisinde kalması” hukuksal durumunu, önceleri “kamulaştırmasız el atma” olarak nitelendirmiş[18] iken, sonraları TMK’nın 1007. maddesinde karşılığını bulan, “tapu sicilinin hatalı tutulması” kapsamında değerlendirmiştir[19]. Nitekim, AİHM[20] ve AYM[21] görüşü de , Yargıtay’ın son görüşü ile uyumludur.
Tapulu taşınmazların orman tahdit sınırları içerisinde kalması hukuksal durumunun “kamulaştırmasız el atma” olarak değerlendirilmesi gerektiği görüşünü savunanlar[22] bulunmakla birlikte, yargı kararlarında belirtilen TMK’nın 1007. maddesi kapsamındaki “tapu sicilinin hatalı tutulması” hukuksal nedeninin, daha doğru bir niteleme olduğu kanaatindeyim.
2.Davanın tarafları
2.1.Davacı
Tapulu taşınmazların orman tahdit sınırları içerisinde kalması nedeniyle TMK’nın 1007. maddesi hükmü kapsamında Devlete karşı açılacak tazminat davasında davacı, tapu sicilinin hukuka aykırı olarak tutulmasından dolayı mülkiyet hakkı ihlal edilen (zarara uğrayan) kişi(ler)dir. Zarara uğrayan kişi(ler), tapu sicilinin hukuka aykırı tutulması faaliyeti neticesinde, ayni veya şahsi hakkı ihlal edilen, malvarlığı değeri azalan herkestir. Tapu sicilinin tutulmasından doğan zarardan Devletin sorumlu tutulabilmesi için kural olarak, zarara neden olan fiil ya da kaçınmanın (ihmali hareketin) sicili tutmakla görevli memurdan ya da görevli memurun sicilin tutulmasında kullandığı (yetkili veya yetkisiz) yardımcı kişiden gelmesi gerekir[23]. Sorumluluk şartlarının gerçekleşmesi halinde, zarara uğrayan herkes dava açabilecektir[24]. Tapu kaydı hatalı tutulan taşınmazın paylı mülkiyete konu olması durumunda, her bir pay sahibi, diğer paydaştan bağımsız olarak, kendi payı oranında dava açarak zararının tazminini talep edebilecektir[25]. Taşınmaz, iştirak halinde mülkiyet esasına tabi ise, ortaklar, diğer ortaklardan bağımsız olarak dava açma hakları bulunmadığından(mecburi dava arkadaşlığı bulunduğundan),birlikte dava açabileceklerdir[26]. Nitekim, HMK’nın 59. maddesinde, “bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi ve tamamı hakkında tek hüküm verilmesi gereken hallerde”, mecburi dava arkadaşlığının olacağı belirtilmiştir. Kural, yukarıda izah ettiğimiz çerçevede olmakla birlikte, iştirak halinde mülkiyet var ve hissedarlardan sadece bir bölümü dava açmış ise, diğer hissedarların davaya katılımı(veya muvafakati ya da terekeye temsilci atanması) sağlanmalıdır.
Davacı sıfatının irdelenmesi kapsamında, “temlik” hususuna da değinmemiz gerekir. Dava devam ederken, tazminat hakkının üçüncü bir kişiye temliki mümkündür. Yapılacak temlik işlemi ile, temlik alan, HMK’nın 125/2. maddesi uyarınca davacı sıfatını kazanır ve davaya kaldığı yerden devam edebilir[27]. Temlik işlemi, davadan önce gerçekleşmiş ise, temlik alan, doğrudan tazminat davası açabilir[28].
2.2.Davalı
Tapu sicili, devlet memurları tarafından, Devletin sorumluluğu altında tutulan ve taşınmazların ayni haklar bakımından hukuki durumunu yansıtan resmi bir sicildir[29]. Bu nedenle tapu sicilinin tutulmasından Devlet sorumludur. Devletin sorumluluğu birinci derecede asli sorumluluktur[30]. Bu sorumluluk, doktrindeki ağırlıklı görüşe göre, hukukî niteliği itibariyle kusursuz sorumluluktur[31]. Belirtmemiz gerekir ki; Devletin buradaki kusursuz sorumluluğuna gidilebilmesi için tapu sicilini tutan memurların kusurlu olmaları şartı aranmamaktadır. Devletin sorumluluğu objektif mahiyettedir. TMK’nın 1007. maddesine göre davacı, zararını tazmin ettirmek için, bu zararın tapu örgütüne ait herhangi bir memurun kusurundan ileri geldiğini ispat etmek zorunda olmadığı gibi, Devlet de tapu memurunun kusursuzluğunu ispat etmek suretiyle tazminat ödeme yükümünden kurtulamaz[32].
TMK’nın 1007. maddesinde, açıkça, tapu sicilinin tutulmasından doğan tüm zararlardan Devletin sorumlu olduğu düzenlenmiştir. O halde açılacak davada, davalı sıfatı, Devletin olacaktır. Bu kapsamda, davalı tarafın “Hazine” olarak gösterilmesi ile, husumetin doğru belirlendiği kabul edilecektir. İzah edilen hukuki niteleme karşısında, kanun koyucu, sicilin doğru tutulduğuna güvenenlerin, sicilin yolsuz tutulmasından dolayı uğradıkları zararların, Devlet tarafından ödeneceği ilkesini koyarak, tapu siciline duyulan güvenin sürekliliğini sağlamayı amaçlamıştır. Şu halde Devlet, burada tapu sicilinin yolsuz tutulmasından dolayı zarara uğrayan ayni hak sahiplerine karşı olduğu kadar, sicilin doğru tutulduğuna güvenerek sicille ilişki kuran ve yolsuz tutulmasından dolayı zarara uğrayan iyi niyetli üçüncü kişilere karşı da sorumlu tutulmuştur[33].
Yargıtay Büyük Genel Kurulu’nun (YBGK) iş bölümü kararı[34] nedeniyle, bu dava türü ile ilgili olarak farklı Yargıtay dairelerinin görevli kılınması sonucu, daireler arasında çelişkili görüşler ortaya çıkmıştır. Kesinleşmiş orman tahdit sınırları içerisinde kaldığından, (tapu kaydı kesinleşmiş mahkeme kararı ile iptal edilmeksizin) tapu kaydına “orman şerhi” kısıtlaması konulmak suretiyle mülkiyet hakkı ihlali kapsamında açılan tazminat davaları ile ilgili olarak bir daire, “TMK’nın 1007. maddesi hukuki nitelemesi” yerine “kamulaştırmasız el atma” hukuki nitelemesi kapsamında değerlendirme yapmakta ve husumetin Hazine’ye değil, Orman İdaresi’ne (Orman Genel Müdürlüğü) yöneltilmesi gerektiği görüşünü savunmakta idi[35]. Aynı daire, sonraları, TMK’nın 1007. maddesi kapsamındaki orman şerhi kısıtlamasına ilişkin davalarda, eski görüşünden dönerek, husumetin Orman İdaresi’ne değil, Hazine’ye yöneltilmesi gerektiğini ağırlıklı olarak kabul etmiş ancak, aynı dönemlerde, husumetin Orman İdaresi’ne yöneltilmesi gerektiği yönündeki eski görüşüne atıf yaptığı istisnai kararları da olmuştur[36]. Bir diğer daire ise, tapu kaydı kesinleşmiş orman tahdit sınırları içerisinde kaldığından bahisle (tapu kaydı kesinleşmiş mahkeme kararı ile iptal edilmeksizin) tapu kaydına “orman şerhi” kısıtlaması konulmak suretiyle mülkiyet hakkı ihlali kapsamında açılan tazminat davaları ile ilgili olarak, Hazine’nin yanında Orman İdaresi’nin de “yasal hasım” olması gerektiği görüşünü[37] geliştirmiş ancak, daha sonraları bu görüşten dönerek, Orman İdaresi’nin taraf sıfatının olmaması gerektiği ifade edilerek, sadece Hazine’ye husumet yöneltilmesi gerektiği pekiştirilmiştir[38]. Bu kapsamda, Hazine’nin haricinde / yanında başka bir kamu tüzel kişisine husumet yöneltilmesi durumunda, Hazine dışındaki taraflar yönü ile taraf sıfatı yokluğundan (pasif husumet nedeniyle) ret kararı verildiği görülmektedir[39].
Daireler arasındaki farklı görüşler, tapu kaydı kesinleşmiş mahkeme kararı ile iptal edilmeyip, sadece “orman şerhi” ile kısıtlandığındaortaya çıkan mülkiyet hakkı ihlalinin nitelemesinin farklı çerçevede değerlendirilmesinden dolayı ortaya çıkmıştır. Başka bir ifade ile, tapu kaydının orman tahdit sınırları içerisinde kalmasından dolayı kesinleşmiş mahkeme kararı ile iptal edilmesi durumunda, husumetin Orman İdaresi’ne değil Hazine’ye yöneltilmesi gerektiği hususunda, daireler arasında herhangi bir görüş ayrılığı bulunmamaktadır[40].
AYM[41] ve AİHM[42] görüşü de, tapulu taşınmazların orman tahdit sınırları içerisinde kalması nedeniyle tapu sicilinin hatalı tutulması kapsamında açılan tazminat davalarında, sadece Hazine’ye husumet yöneltilmesi gerektiği yönündedir.
2.2.1. Değerlendirme
Kanaatimce, husumetin, tapu kaydının kesinleşmiş mahkeme kararı ile orman olarak iptal edilip edilmemiş olunmasına göre belirlenmesi daha doğru bir görüş olacaktır. Tapu kaydı, kesinleşmiş mahkeme kararı ile orman olarak iptal edildi ise, husumetin sadece Hazine’ye yöneltilmesi görüşüne katılmakla birlikte; tapu kaydı kesinleşmiş mahkeme kararı ile iptal edilmeden, tapu kaydına “orman şerhi” işlenmiş ise, Hazine ile beraber Orman İdaresi’ne husumet yöneltilmesi gerekir kanaatindeyim. Ancak her iki durumda da, ormanların mülkiyetinin devlete ait olması nedeniyle, tazminat ve ferilerinden, sadece Hazine’nin sorumlu tutulması gerektiğini de ifade etmem gerekir. Bu görüş, Yargıtay’ın “tazminat talebinin içerisinde tapu iptal talebi de vardır” görüşü[43] uyarınca, tazminata hükmedilir iken, tapu kaydının resen iptal edilerek orman vasfı ile Hazine adına tescil edilmesi durumunu destekler mahiyettedir. Aksi durumda, Orman İdaresi’nin haberdar edilmediği, resen tapu iptal ve tescil değerlendirmesini de içeren tazminat talebi kapsamında bir dava mevcut iken, usul ekonomisi ilkesine aykırı olacak şekilde, Orman İdaresi’nin, hukuki menfaatinin bulunmayacağı ayrı bir tapu iptal ve tescil davası ile meşgul olmasına neden olunacaktır.
3. Dava Türü
Tapu kaydının kesinleşmiş orman tahdit sınırları içerisinde kalması durumunda, Hazine aleyhine açılacak tazminat davalarında, dava değerinin, dava açılmadan önce kesin ve net bir şekilde belirlenemeyeceği hususu da göz önüne alındığında, bu davanın, kısmi alacak davası ya da belirsiz alacak davası türünde açılması mümkündür.
Ancak Yargıtay, bir kısım “istisnai” kararlar ile ortaya koyduğu (ancak süreklilik arz etmeyecek) görüşünde, “tapu sicilinin hatalı tutulmasından kaynaklı açılan maddi tazminat taleplerinin, belirsiz alacak davası türünde ileri sürülemeyeceğini” ifade etmiştir. Yargıtay’ın, aynı konuda farklı görüşe sahip kararları nedeniyle Yargıtay Birinci Başkanlığına yapılan içtihatların birleştirilmesi başvurusu ile ilgili olarak, “içtihat aykırılığı, süreklilik arzetmediğinden, içtihatların birleştirilmesine gerek bulunmadığına” dair karar verilmiştir[44]. Güncel durum itibariyle Yargıtay, TMK’nın 1007. maddesi kapsamında açılan davaların, belirsiz alacak davası olarak açılabileceği görüşündedir[45]. Kanaatimce de, belirsiz alacak davası olarak açılamayacağı yönündeki görüşten dönülmesi isabetli olmuştur. Çünkü, dava konusunun değerinin, kesin ve net bir şekilde hesaplanmasının davacı taraftan beklenmesi, hayatın olağan akışına uygun bir durum değildir. Başka bir ifade ile, dava değerinin hesaplanması yönteminde, kamulaştırma yasası ilkeleri esas alındığından; taşınmazın arsa-tarla vasfının belirlenmesi, arsa ise doğru emsal kıyaslamasının yapılması, tarla ise bölgede yetişen ürünlerin türü ve münavebeli ürün verilerinin dikkate alınması, bölgeye uygun kapitalizasyon faiz oranının tespit edilmesi, taşınmazın değerine etki edecek hususlar göz önünde tutularak objektif değer artış oranının belirlenmesi, eğer taşınmaz üzerinde irtifak hakkı tesisi söz konusu ise bunun taşınmazın değerine olumsuz etkisinin oranı gibi bir çok verinin dikkate alınarak, davacının “kesin ve net bir şekilde” dava değerini belirleyebileceğinin beklenilmesi, mahkemeye erişim hakkı ihlali olarak değerlendirilebilir kanaatindeyim.
4.Görevli ve Yetkili Mahkeme
4.1.Genel Olarak
TMK’nın 1007. maddesi ile getirilen düzenlemede, sonuçlarına Devletin katlanması gereken bir sorumluluktan bahsedilmesi ve maddede açık bir düzenleme bulunmaması nedeniyle, davanın idari yargı görev alanına gireceği düşünülebilir ise de, hükmün TMK’da yer alması ve sicil işlemlerinin özel hukuk alanında etki ve sonuç doğurması nedeni ile TMK’nın 1007. maddesi kaynaklı davalarda adli yargının görevli olduğu kabul edilmiştir. Doktrin[46], Uyuşmazlık Mahkemesi[47] ve Yargıtay[48], tapulu taşınmazların orman tahdit sınırları içerisinde kalması nedeniyle TMK’nın 1007. maddesi kapsamında açılan davalarda, yargı yolu bakımından adli yargının görevli olduğu konusunda hem fikirdir.
4.2.Görevli Mahkeme
Malvarlığı haklarına ilişkin davalarda görevli mahkeme, HMK’nın 2. maddesi uyarınca aksine bir düzenleme yoksa Asliye Hukuk Mahkemeleri’dir. TMK’nın 1007. maddesinde özel bir düzenleme bulunmadığından, Hazine’ye karşı açılacak tapu sicilinin tutulmasından kaynaklı tazminat davalarında da Asliye Hukuk Mahkemesi görevlidir[49].
4.3.Yetkili Mahkeme
Tapulu taşınmazların kesinleşmiş orman tahdit sınırları içerisinde kalması nedeniyle tapu sicilinin hatalı tutulmasından kaynaklı tazminat talepleri, taşınmazın bulunduğu yer Asliye Hukuk Mahkemesi’nde ileri sürülebilir. TMK’nın 1007/3. maddesinde, açıkça, “Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür” denilerek, uygulamadaki tereddütler giderilmek istenmiştir. Gerekçede, yürürlükteki kanunda böyle bir hükmün bulunmaması, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin zaman zaman farklı kararlar vererek bu konuda bazen adli mahkemeleri bazen idari mahkemeleri görevli saymasına yol açmıştır. Maddeye konulan bu hükümle, konu açıklığa kavuşturulmuştur. Yasadan kaynaklı yetki olması nedeniyle, kesin yetki niteliğindedir[50] ve tarafların itirazı olmasa dahi, mahkemece resen dikkate alınması gerekir.
5.Zararın Belirlenmesi
Devletin sorumluluğu açısından aranan zarar türü, maddi zarardır[51]. Maddi zararın tespit edilmesi kapsamında, doktrin[52], “haksız fiilin işlenmesini” (vuku bulmasını ya da gerçekleşmesini), zararın doğmasından bağımsız değerlendirdiğinden; bu kavram hiçbir zaman, hukuka aykırı eylemin ancak zarar doğurduğunda haksız eylem niteliğine bürüneceği ve haksız fiilin zarar gerçekleştiğinde işlenmiş sayılacağı şeklinde anlaşılmamıştır. Belirtmemiz gerekir ki, Devletin sorumlu olduğu zararın doğum anı, her zaman tapu sicilinin yanlış tutulmuş olduğu an ile bir olmaz. Bir görüşe göre[53], zararın doğumundan sonra meydana gelen değişiklikler, zararın miktarını etkilemeyeceğinden, zararın belirlenmesinde, doğum anı esas alınmalıdır. Zarar gören, Devlete karşı davasını ancak hakkını alamayacağının kesinleşmesi halinde açabilir. Zararın miktarının belirleneceği tarih te o tarih olmalıdır[54]. Bir diğer görüşe göre, zarar, tapu sicilinde yapılan yanlışlığın düzeltilmesi imkansız hale geldiği takdirde doğmuş olur[55]. Zararın doğduğu an açısından tartışılan bir konu da, zararın gerçekleşmiş olduğundan bahsedilebilmesi için mutlaka bir kesinleşmiş bir kararın varlığının aranıp aranmamasıdır. Yargıtay, bu konuda ikili bir görüşü benimsemiş ve tapu kaydı iptal edilmeksizin orman tahdit sınırları içerisinde kalan (ve tapu kaydına şerh düşülen) taşınmazlar yönü ile dava tarihi itibariyle; tapu kaydı kesinleşmiş mahkeme kararı ile iptal edilenler yönü ile ise, kesinleşme tarihi itibariyle değer belirlemesi yapılması gerektiğini ifade etmiştir.
Zararın tespitinde, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 15. maddesinde belirtilen yönteme göre oluşturulacak bilirkişi kurulu aracılığıyla keşif yapılarak rapor alınması gerektiği, yargı kararlarında[56] önemle ifade edilmektedir.
Zarar tespiti, dava konusu tasarrufun adil denge kurup kurmadığını veya taşınmaz malikini aşırı bir külfete sokup sokmadığını belirlerken önemli bir göstergedir. İlke olarak denilebilir ki; değerine makul oranda yakın bir tazminat verilmeden mülkiyete el atılması normalde ölçüsüz bir müdahale teşkil eder[57]. Tapu kaydının kesinleşmiş orman tahdit sınırları içerisinde kalması nedeniyle tapu sicilinin hatalı tutulması karşısında ortaya çıkan mülkiyet hakkı ihlaline ilişkin olarak, Yargıtay, belirlenen maddi zarar hesabında hakkaniyet indiriminin uygulanması gerektiği görüşünde idi. Bu görüş, AİHM’in, “mülkün gerçek değerine göre makul kabul edilebilecek bir tazminat ödemeden mülkiyetten mahrum bırakmanın 1 Nolu Ek Protokolün 1. maddesi bakımından aşırı bir müdahale oluşturacağı” ifadesine ve “taşınmaz değerine makul oranda yakın bir tazminat verilmeden mülkiyete el atılması, ölçüsüz bir müdahale teşkil eder[58]” içerikli kararına uygun bir görüştü. AİHM içtihatlarına göre her ne kadar müdahale meşru bir amaca hizmet etmiş olsa bile karşılığında mutlaka belli bir miktar tazminat ödenmesi gerekir. Bu şekilde, mülkiyet hakkına vaki müdahalede kamusal yarar ile bireysel yarar arasında makul ve adil bir denge sağlanmış olmaktadır[59]. Ancak, Yargıtay, sonradan bu görüşten uzaklaşarak, hakkaniyet indirimi ya da makul indirim kurallarının uygulanamayacağına dair görüş[60] geliştirmiştir.
6.Taşınmaz Edinme Yolu ve İyiniyet Hususunun Değerlendirilmesi
Kesinleşmiş orman tahdit sınırları içerisinde kalan taşınmazlar yönü ile mülkiyet hakkı ihlalinde, taşınmaz malikinin, kadastro tespiti[61] ile veya mirasen[62] ya da satın alma yolu ile[63] taşınmazı elde etmiş olması, yargısal süreçte farklı bir değerlendirmeye neden olmamaktadır. Özel mülkiyete konu olamayacak bir kamu malı, zamanında yürürlükte olan bir mevzuata göre özel mülkiyete konu olmuşsa, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek Protokol’ünün 1. maddesinin kapsamına dahil sayılmaktadır[64].
Taşınmaz edinme yolunun, yargısal süreçte bir fark yaratmaması karşısında, özellikle satın alma yolu ile elde edilen mülkiyette “iyiniyetle edinim” hususunun irdelenmesi gerekir. Yargıtay’ın yerleşik görüşü[65], tapu kaydındaki orman şerhine rağmen taşınmazın satın ve devir alınması, iyiniyet ilkesine aykırılık teşkil edeceğinden, taşınmazı tapuda orman şerhi ile devir alanların tazminat talebinde bulunamayacağı yönünde idi. Ancak, yakın zaman öncesinde bu görüşten vazgeçilerek[66] orman şerhini bilerek tapuda devir ve satın alanlar yönü ile de, “davacının tapu kaydındaki şerhi bilerek, görerek satın almasının yani iyiniyetli olup olmamasının Hazine’nin sorumluluğuna etki etmeyeceği” görüşü ile, tazminat taleplerinin kabul edilmesi gerektiği ifade edilmiştir.
Doktrinde ise, tapu sicilinde hak kazanılması bakımından üçüncü kişinin iyiniyetli olması aranmaktadır[67]. Yani üçüncü kişi, yolsuz bir kayda güvenerek ayni hak kazanırken tescilin yolsuz olduğunu bilmemeli ve bilecek durumda olmamalıdır[68].
Kanaatimce, Yargıtay’ın eski görüşü “zarar” kavramı üzerinden daha doğru bir değerlendirmeye sahiptir. Çünkü, tapu kaydına orman şerhi konulması ile beraber, taşınmazın niteliği belirlenmiş sayılmaktadır. Ayrıca, böyle bir taşınmazın, ekonomik olarak bir değerinin olamayacağı da açıktır. Bu kapsamda, tapuda yapılacak bir devir işlemi ile orman olduğu bilinen bir taşınmaz iktisap edilmektedir. Başka bir ifade ile hatalı tutulan bir kayıt nedeniyle, zarara uğrama durumu mevcut değildir.
7.Zamanaşımı
Genel olarak özel hukukta zamanaşımı kavramından, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde yasanın kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlaşılmaktadır[69].
Çalışmada, bir hakkın kaybedilmesinde kabul edilmiş olan süre esas alınacaktır. TMK’nın 1007. maddesi kapsamında, Devletin sorumluluğuna ilişkin davalarda, olayın haksız fiilin bir türü olduğu ve zamanaşımı yönünden 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 72. maddesinin uygulanması gerekeceği, doktrinde ortaklaşa kabul edilmektedir[70]. Söz konusu maddenin birinci fıkrası uyarınca; zararın ve sorumluluğun öğrenilmesi tarihinden itibaren iki yıl, herhalde zarar doğuran eylem veya işlem tarihinden başlayarak on yıl geçtikten sonra davanın zamanaşımına uğrayacağı belirtilmektedir. Yargıtay da, ilk zamanlarda, doktrinle uyumlu olarak, haksız fiil hükümlerini esas alarak, eski BK hükümleri uyarınca, bir yıllık zamanaşımı süresini[71] kararlarına esas almıştır. Belirtmemiz gerekir ki, TMK’nın 1007. maddesi hukuksal nedeni kapsamında mülkiyet hakkı ihlaline dayalı olarak AİHM’de görülen davalarda, Hükümetin sunduğu savunmalarda da[72], haksız fiil hükümleri uyarınca bir yıllık süre içerisinde Hazine’ye dava açılabileceği belirtilmiştir.
Ancak Yargıtay, 2011 yılında vermiş olduğu kararlar[73] ile, doktrinde yer bulan ağırlıklı görüşü ortadan kaldırmış ve Devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğunda, “kusursuz sorumluluk”, “ağırlaştırılmış sebep”, “ağırlaştırılmış objektif sorumluluğuna” ilişkin kuralların uygulanmasına dair içtihat geliştirmiştir[74]. Yargıtay, verdiği bir kısım kararlarında ise devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan sorumluluğunun tehlike sorumluluğu olduğu vurgusu yapmaktadır[75]. Gelişen bu içtihatlarda, AİHM’in ihlal kararları sonrasında, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 1 nolu ek protokolü ile koruma altına alınan mülkiyet hakkının korunmasının esas alınması etkili olmuştur. Yargıtay, son kararlarında, TMK’nın 1007. maddesinde düzenlenen resmi sicile güvenden doğan objektif (kusursuz) sorumluluk halinin 6098 sayılı TBK’nın 49. ve devamı maddelerinde düzenlenen haksız fiil sorumluluğu ile ilgilisi bulunmadığını, aynı kanunun 72. maddesindeki zamanaşımı kurallarının uygulanma imkanı olmadığı gibi, TMK’nın 1007. maddesine dayanılarak açılan davalar için de ayrıca zamanaşımı süresi belirlenmediğini belirterek, 6098 sayılı TBK’nın 146. maddesindeki 10 yılık genel zamanaşımı süresinin uygulaması gerektiğini ifade etmiştir[76]. Yargıtay’ın bu yönde görüş geliştirmesiyle birlikte, AYM[77] de, 2014 yılında verdiği kararında, “4721 Sayılı Kanunun 1007. maddesine dayalı tazminat davası, mülga 818 Sayılı Kanunun 41. maddesinde düzenlenen haksız fiilin bir türü olup, aynı kanunun 60. maddesinde düzenlenen zamanaşımı sürelerine tabidir” görüşünü ifade etmekte iken, 2016 tarihli kararında[78], “4721 Sayılı Kanunun 1007. maddesine göre devletin sorumluluğunun kusursuz sorumluluk olduğu” belirtilmekle birlikte, 6098 sayılı TBK’nın 146. maddesi gereğince 10 yıllık zamanaşımı süresi içerisinde dava açılabileceğini ifade etmiştir.
İçtihadi olarak, TMK’nın 1007. maddesindeki sorumlulukta uygulanacak zamanaşımında, TBK’nın 72. maddesi yerine, TBK’nın 146. maddesinin esas alınması, Devletin TMK’nın 1007. maddesi kapsamındaki sorumluluğunun haksız fiil sorumluluğu olmasını hukuki açıdan engellediği de ileri sürülebilir.
Devletin sorumluluğunun kusursuz sorumluluk olduğu doktrin ve uygulamada tartışmasız olarak kabul edilmekle birlikte kusursuz sorumluluğunun dayandığı esasın ne olduğu konusunda görüş birliği bulunmamaktadır. Görüşlerden biri, Devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğunun tehlike esasına dayandığını savunur[79]. Bir diğer görüş, Devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğunun sebep sorumluluğu olduğunu ileri sürer[80].
Bu kapsamda, TMK’nın 1007. maddesi sorumluluğunda, Yargıtay’ın zamanaşımı yönünden, TBK’nın 146. maddesinin esas alınmasının yanlış olduğu ifade edilmektedir[81]. Gerekçe olarak ta, Devletin sorumlu olduğunu kabul etmek için aranan tüm şartların, haksız fiil sorumluluğunun şartları olduğu ifade edilmekte ve haksız fiil sorumluluğu dışında kusursuz sorumluluk hali için kanuni düzenleme mevcut olmadığından böyle bir sorumluluk türü yaratmaya gerek olmadığı vurgulanmaktadır. Bir diğer görüş, Devletin tapu sicilinin tutulmasından kaynaklı zararlardan sorumluluğunu, TBK kapsamında bir kusursuz sorumluluk hali olarak kabul etmekte ve bu tespit doğrultusunda, zamanaşımı süresinde TBK’nın 72. maddesi hükmünün uygulanması gerektiğini ifade etmektedir[82]. Bir başka görüş ise, TBK’nın 146. maddesinde yer alan , “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir” hükmünün, kusur sorumluluğu ve kusursuz sorumluluğun söz konusu olmadığı hallere uygulanmakta olduğunu ifade etmektedir[83].
Kanaatimce de, Devletin tapu sicilinin hatalı tutulmasından kaynaklanan zararlara ilişkin sorumluluğunda TBK’nın 72. maddesinde belirtilen sürelerin uygulanmasının yarattığı problem[84] ile birlikte bu sürelerin başlangıç tarihinin TMK’nın 1007. maddesi kapsamındaki davanın mahiyetine uygun düşmemesi nedeniyle, Yargıtay’ın AİHM içtihatları doğrultusunda mülkiyet hakkını esas alarak uyguladığı TBK’nın 146. maddesi hükmü uyarınca, 10 yıllık sürenin zamanaşımında dikkate alınması uygun bir değerlendirmedir.
7.1.Zamanaşımı Süresinin Başlangıcı
Zamanaşımı süresinin hangi andan itibaren işlemeye başlayacağı hususunu, TMK’nın 1007. maddesinden kaynaklı sorumluluğun niteliğinin, doktrinde kabul edilen haksız fiil sorumluluğu ya da Yargıtay ve AYM tarafından kabul gören kusursuz sorumluluk olarak ayırarak değerlendirmemiz gerekir. TMK’nın 1007. maddesi için, haksız fiil hükümlerinin uygulanması gerekeceği kabul edilir ise TBK’nın 72. maddesi uyarınca 2 yıllık süre ve 10 yılık sürenin başlangıç anına ilişkin iki ayrı değerlendirme yapılması gerekir. Yargıtay ve AYM görüşü dikkate alınır ise, TBK’nın 146. maddesinde düzenlenen 10 yıllık sürenin başlangıç anı belirlenmelidir.
Öğretide, zamanaşımının başlangıç ölçütü olarak “haksız fiilin işlenmesi” kavramından ne anlaşılacağı ayrıca özel olarak ele alınıp irdelenmemiştir. Fakat zamanaşımı ve başlangıcı konusunda yapılan bütün açıklamalar, haksız fiilin işlenmesi kavramının haksız fiil sorumluluğunun unsurlarından yalnızca biri olan “hukuka aykırı eylemin işlenmesi, hukuka aykırı davranışın gerçekleşmesi”nin anlaşıldığını ve bu hususta bir tereddüt duyulmadığını göstermektedir. Öğretide, “haksız fiilin işlenmesi” (vuku bulması ya da gerçekleşmesi), zararın doğmasından bağımsız değerlendirilmiş, bu kavram hiçbir zaman, hukuka aykırı eylemin ancak zarar doğurduğunda haksız eylem niteliğine bürüneceği ve haksız fiilin zarar gerçekleştiğinde işlenmiş sayılacağı şeklinde anlaşılmamıştır. Tam tersine, öğretide, zararın haksız fiil olup bittikten sonra hemen doğmayabileceği; zarar haksız fiilin işlenmesinden çok sonra ortaya çıksa bile on yıllık sürenin fiilin vukuundan itibaren işlemeye başlayacağı, haksız eylem sürüp giden, devamlı nitelikte bir eylem ise on yıllık sürenin haksız fiilin tamamlandığı tarihten itibaren işlemeye başlayacağı dile getirildiğinden, haksız fiilin zarar ve hukuka aykırı eylem unsurları birbirinden ayırt edilmiş ve zamanaşımının başlangıcında henüz zarar doğurmamış bile olsa hukuka aykırı davranışın gerçekleştiği zaman esas alınmıştır[85].
Haksız fiil hükümleri uyarınca ve doktrinde de kabul edildiği üzere 2 yıllık zamanaşımı süresi, zarar ve tazminat yükümlüsünün öğrenilmesinden itibaren işlemeye başlar. Ancak 2 yıllık zamanaşımı süresinin işlemeye başlaması için tapu kaydı düzeltim davasının reddi kararının kesinleşmesi ve bu kesinleşmenin de zarara uğrayan tarafından öğrenilmesi gerekecektir. 10 yıllık zamanaşımı süresinin hangi tarihten itibaren işlemeye başlayacağına ilişkin olarak doktrinde bir görüş birliği mevcut değildir. Bir görüş, 10 yıllık zamanaşımı süresinin, tapu sicilinde gerçekleştirilen hukuka aykırı işlem tarihinden değil, zararın meydana gelmesine neden olan işlem tarihinden itibaren işleyeceğini kabul etmektedir[86]. Diğer bir görüş, 10 yıllık zamanaşımı süresinin, zarara yol açan hukuka aykırı fiilin gerçekleştirildiği tarihte işlemeye başlayacağını ileri sürer[87]. Tapu sicilinin tutulmasından doğan zarar için açılacak tazminat davasının uzun zamanaşımı süresi doğrudan TBK’nın 72. maddesinin lafzı dikkate alınarak belirlenir ise tapu sicilinin yolsuz hale geldiği anın on yıllık süre için başlangıç olarak alınması gerekir. Ancak bu bakış açısı birçok olayda zararın tazminini zamanaşımı nedeniyle imkansız hale getirebilir. Tarafımızca iştirak edilen görüş[88] ise, Yargıtay’ın pek çok kararında da kabul ettiği, 10 yıllık zamanaşımı süresinin, zararın doğduğunun kesin olarak öğrenildiği tarihten itibaren işlemeye başlayacağıdır. Zararın kesin olarak öğrenilmesi ise ayni haklar açısından, tapu kaydının düzeltilmesi davasının reddi kararının kesinleşmesi ve kesinleşmenin zarar gören tarafından öğrenilmesi ile gerçekleşecektir.
7.1.1. Yargıtay ve AYM Kararları Işığında, Orman Tahdit Sınırları İçerisinde Kalan Taşınmazlar Yönü İle Zamanaşımı Başlangıcının Değerlendirilmesi
YHGK’nın 18.11.2009 tarihli kararı kapsamında, “kadastro işlemlerinin, tapu sicili kavramı kapsamında değerlendirilmeye başlanmış” olunması ile birlikte, kadastro faaliyetinin hangi aşamasından itibaren Devletin sorumluluğuna gidilebileceği konusunda farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Kadastro işlemleri özetle üç aşamadan oluşmaktadır. İlk aşama, taşınmazın geometrik durumu ile hukuki durumunun tespit edilmesi aşamasıdır. İkinci aşamada, tespit edilen geometrik ve hukuki durum, tutanağa geçirilmektedir. Son aşamada ise Kadastro Kanunu’nun ilgili 12. maddesi uyarınca kesinleşen kadastro tutanağının kesinleşme tarihi tescil tarihi olarak gösterilmek üzere en geç üç ay içerisinde tapuya tescil edilmesidir. Devletin sorumluğunun bu aşamalardan hangisinden itibaren doğacağı ve hangi andan itibaren kadastro faaliyetinin tapu sicilinin tutulması kavramı içerisine sokulabileceği doktrinde tartışılmıştır[89]. Yargıtay ve AYM, ilk aşamadan itibaren Devletin sorumluluğunu esas almaktadır.
Yüksek Mahkemelerin zamanaşımı değerlendirmesini, tapu kaydının kesinleşmiş mahkeme kararı ile iptal edilip edilmemiş olunmasına göre, iki ayrı başlık altında incelememiz gerekmektedir.
7.1.1.1.Tapu Kaydının Orman Olduğundan Bahisle Kesinleşmiş Mahkeme Kararı ile İptal Edilmesi Durumunda Zamanaşımı Başlangıcı
Tapulu bir taşınmazın, kesinleşmiş orman sınırları içinde kaldığı gerekçesi ile tapu iptal davasına konu olması, iki farklı nedenden ortaya çıkmaktadır. Bunlardan birincisi; ilk önce genel kadastronun çalışma yaparak tapu senedi düzenlediği bir taşınmazda daha sonra orman kadastrosunun çalışma yapıp, tapulu arazinin orman sınırları içinde kaldığını tespit ederek Orman İdaresi’nin açtığı tapu iptal davalarıdır. İkincisi ise; önce yapılan orman kadastrosu çalışmalarının genel kadastro ekiplerince dikkate alınmamasından kaynaklı olarak orman sınırları içinde kalan yerlere tapu senedi düzenlenmesi ve sonrasında bu yerler için Orman İdaresi’nin açmış olduğu tapu iptal davalarıdır. Bu durum bazen kadastrosu yapılan orman alanlarının tapuya geç tescil edilmesinden de kaynaklanmaktadır. Şöyle ki; orman kadastrosu önce yapılıp orman olduğuna karar verilen bir taşınmazın tapuya orman olarak tescil edilmemesi durumunda, aynı yerde daha sonra yapılan genel kadastro çalışmaları ile tapu verilebilmektedir. Bu şekilde farklı kanunlara göre yapılan kadastro çalışmaları, uygulamada sorunlara yol açmış ve açmaya da devam etmektedir[90].
Tapu kaydının kesinleşmiş mahkeme kararı ile iptal edilmesi halinde, zarar, tapu kaydını iptal eden mahkeme kararının kesinleşmesi ile ortaya çıkmış sayıldığından, zamanaşımı süresi, kararın kesinleşmesi tarihi itibariyle başlayacak ve TBK’nın 146. maddesi uyarınca, 10 yıllık süre esas alınacaktır[91]. Nitekim bu husus, AİHM’in bir kararında[92] da iç hukuktaki durum açıklanarak izah edilmiştir.
7.1.1.2.Tapu Kaydı İptal Edilmemekle Birlikte Orman Tahdit Sınırları İçerisinde Kalan Taşınmazlar Yönü İle Zamanaşımı Başlangıcının Değerlendirmesi
Bu kapsamdaki değerlendirmeyi, orman tahdit sınırlamasına karşı malikler tarafından açılmış ve sonuçlanmış bir dava olup olmaması yönü ile ikili ayırıma tabi tutarak yapmamız gerekir.
Yargıtay, ilk görüşünde, “tapu kaydında orman şerhi bulunan taşınmazlar için açılacak tazminat davalarında, idareye yapılacak orman şerhinin kaldırılması başvurusunun ya da idare aleyhine açılacak orman tahdidine itiraz davasının red ile sonuçlanması ile zamanaşımı süresinin başlayacağını” belirtmiştir[93]. Nitekim zararın, bu red kararı ile oluşacağı kabul edilmiştir. Yargıtay, bu yönde bir başvuru yok ise, henüz bir zararın oluşmadığını kabul ederek, bu başvuruyu bir nevi ön koşul saymıştır. Yargıtay, ikinci görüşünde[94], “orman tahdidine itiraz davası reddedilip kesinleşse dahi, tapu kaydı iptal edilmediğinden, tapuya orman şerhinin konulması ‘ve’ tapu iptal tescil davasının açılma tarihinin zamanaşımı başlangıcı olarak esas alınması gerektiğini” vurgulamıştır. Yargıtay, üçüncü görüşünde ise, “orman tahdidine itiraz davası reddedilip kesinleşse dahi, tapu kaydı iptal edilmediğinden, tapu iptal kararının kesinleşme tarihinin esas alınması gerektiğini[95]” benimsemiş ve bu görüşünü sürekli kılacak şekilde[96] “tapu kaydı iptal edilmediği sürece, zamanaşımı süresinin başlamayacağını” kararlarında belirtmiştir.
Bu konuda, AYM’nin görüşü ise, süreç içerisinde değişiklik gösterir niteliktedir. AYM bir kararında[97], “orman şerhinin konulması ‘veya’ tapunun iptal edilmesi tarihlerinden itibaren zamanaşımının başlayacağını” ifade etmiş ancak sonraki kararlarında[98], “orman şerhinin konulması tarihinin esas alınması” ifadesini kullanmamıştır.
Kanaatimce de, tapu kaydı iptal edilmediği sürece, zamanaşımı süresinin işletilmemesi gerekir.
7.1.2. İç Hukuk Yolunun Açılmasından (18.11.2009 tarihinden) Önce Zamanaşımı Süresi Dolmuş Olan Taşınmazlar Yönü İle Zamanaşımı Değerlendirmesi
YHGK’nın 18.11.2009 tarihli milad sayılan kararı[99] ile, orman tahdit sınırları içerisinde kalan taşınmazlar nedeniyle, TMK’nın 1007. maddesi uyarınca tazminat talebinde bulunulabileceği belirlendiğinden, bu tarihten önce zamanaşımı süresi dolmuş olan taşınmazlar yönü ile zamanaşımı başlangıcının değerlendirmesinde hangi görüşün esas alınması gerektiği henüz netlik kazanmamıştır.
Yargıtay, 2009 yılından önce iç hukukta lehe karar alabilme imkanı olmamasına rağmen, mahkeme kararının kesinleşme tarihinden itibaren 10 yıllık süreyi esas alarak, çok katı bir yorumla karar verme eğilimindedir[100]. AYM ise ilk olarak 2014 tarihli kararında[101] 1992 yılında mahkeme kararı ile kaybedilen taşınmazlar için, TBK’nın 153. maddesi kapsamında ifade edilen, “alacağı, Türk mahkemelerinde ileri sürme olanağı olmadığı sürece zamanaşımının duracağı” hükmünü,belirtilen dava kapsamında irdelemiş ancak 2007 yılında yürürlükte olan BK’nın haksız fiile dair hükmünü esas alarak, 1 ve 10 yıllık süreye atıf yapmak suretiyle, değerlendirme yapmıştır. AYM’nin bu konuya dair ikinci kararının[102], “karşı oy görüşünde”, dava açma hakkı tanınmadan, zamanaşımının başlatılmasının, yasaya aykırı olduğuna değinilmiştir. Bahsedilen karardaki karşı oy görüşü, bu sorunun ileriki aşamalarda da AYM gündeminde olacağına dair bir ışık olmuştur. Bilahare, AYM, bu konu ile ilgili üçüncü kararında[103], zamanaşımı hususuna daha net ve kabul edilebilir bir yorum getirmiştir. Kararda, TBK’nın 146. maddesi uyarınca “10 yıllık zamanaşımı süresinin işletilebilmesi için, içtihadın değiştiği tarihte, 10 yıllık sürenin dolmamış olması gerekliliği” ifade edilmiş ve “başvurucunun hak sahibi olduğu hususunda haberdar edilmesi” hususu irdelenmiştir. AYM, bu konuda vermiş olduğu son karar[104] ile, yüksek yargının mülkiyet hakkını korumaya yönelik yeni bir görüş geliştirdiğini göstermiştir. Belirtilen kararda, Yargıtay kararları eleştirilerek, 2009 yılından uzun yıllar önce tapusu iptal edilenler yönü ile, 10 yıllık zamanaşımı süresi geçmiş olsa dahi, 18.11.2009 tarihinden sonrası için (Yargıtay tarafından) “makul bir süre değerlendirmesi yapılarak” zamanaşımı süresinin belirlenmesi gerektiğine değinilmiştir. Bu kararda göze çarpan diğer bir husus ise, “2009 yılından önce 10 yıllık süre dolmuş olsa dahi, 2009 yılından sonra, 10 yıllık yeni bir sürenin yeniden başlatılmasının zorunlu olmadığı” hususunun saklı tutulmuş olunmasıdır.
Zamanaşımı süresi ile ilgili olarak iç hukuktaki en güncel karar olan AYM’nin 25.07.2017 tarihli Yaşar Çoban kararı ile, hukuk dünyamızda nadir olarak ortaya çıkan, ayrı bir “makul süre” içtihadının oluşmasının önü açılmıştır. Ancak, AYM’nin Yaşar Çoban kararından yaklaşık yedi ay sonra, birebir aynı konuda Yargıtay gündemine alınan başka bir davada[105], eski karardan dönülmemiş ve “makul süre” hususunda herhangi bir belirleme de yapılmamıştır. Dolayısıyla bu konu ile ilgili olarak henüz bir içtihat oluşturulmamıştır. Burada karşımıza çıkan yeni durum; mülkiyet hakkı ihlal edilenlerin, bilgilendirilmediklerinin yanı sıra bu aşamada dahi (henüz Yargıtay bu hususta emsal bir karar vermediğinden) bilmelerinin mümkün olmadığı bir makul süre belirlemesinin önünü açan bir içtihat ile mülkiyet haklarının kısıtlanabilecek olunmasıdır. Ancak, evrensel hukuk ilkelerine uygun düşmeyen, “makul süre” ile ilgili son görüşten de dönüleceği kanaatindeyim. Çünkü, AYM’nin 25.07.2017 tarihli Yaşar Çoban kararı kapsamındaki görüşü, 22.09.2016 tarihinde verilen Yahya Özay kararı[106] ve 09.03.2017 tarihinde verilen Mehmet Gözütok kararı[107] içeriğindeki görüşler ile çelişki arz etmektedir. AYM’nin Yahya Özay kararında, “uygulama ile oluşturulan makul sürenin” aşılması sonrasında açılan davanın reddedilmesi, mahkemeye erişim hakkı ihlali olarak değerlendirilmiş iken, TMK’nın 1007. maddesi için yasadan kaynaklanmayan, makul bir sürenin öngörülmesi gerektiğine karar verilmesi çelişki arz etmektedir.
Ayrıca, TBK’nın 153/6. maddesine göre, alacağın Türk Mahkemelerinde ileri sürülmesi imkanı olmadığı sürece zamanaşımının duracağı, açıkça hüküm altına alınmıştır. Burada, Türk mahkemelerinde dava açmayı engelleyen sebep, hak sahibinin subjektif durumu ile ilgili olmamalı, gerçekleştiğinde herkes için dava açmayı engelleyebilen objektif bir neden olmalıdır. Bu, mücbir sebep olabileceği gibi, Türk mahkemelerinde dava açmayı engellen bir hukuki engel de olabilir[108]. TMK’nın 1007. maddesi hukuksal nedenine dayalı davalar ile ilgili olarak, gerek Yargıtay içtihatları, gerek AYM kararları ve gerekse AİHM kararlarında, 18.11.2009 tarihinin (YHGK, T. 18.11.2009, E. 2009/4-383, K. 2009/517 sayılı kararının), tazminat davalarının iç hukukta kabul edilmesi anlamında milad olarak kabul edildiği, yorumdan uzak bir şekilde açıktır[109]. Nitekim doktrinde de, zamanaşımının başlangıcını tayin ederken TBK’nın 153. maddesinde sayılan zamanaşımını durduran nedenlerden birinin olup olmadığının da dikkate alınması gerektiği ve eğer bu sebeplerden biri varsa, bu sebepler ortadan kalkmadıkça zamanaşımının başlamayacağı ifade edilmektedir[110].
AİHM’in 1062/07 başvuru numaralı Stagno/Belçika kararında belirtildiği üzere, “alacaklının dava açma imkanı olmamasına rağmen, zamanaşımı süresinin durmaması, mahkemeye erişim hakkının ihlali olarak kabul edilmektedir”. Dolayısıyla, somut olayın özellikleri dikkate alınmaksızın, zamanaşımı süresinin katı bir şekilde kullanılması, prensipte kullanılabilmesi gereken bir kanun yolunun, kullanımını engelleyecektir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, ferde teorik ve hayali değil, fakat gerçek ve fiilen kullanılabilir güvenceler sağladığından, hak aramak için mahkeme önüne gidebilme olanağının da gerçekten ve fiilen mevcut bulunması gerekir. Bu olanağın kağıt üstünde teorik olarak hukuken var olup somut olayda, bazı nedenlerle (ilgilinin kusuru olmaksızın) etkili şekilde kullanılmaması halinde, AİHM’in 16.12.1992 tarihli De Geouffre de la Pradelle–Fransa davasında belirtildiği üzere, sözleşmenin 6. madde hükmü yine çiğnenmiş olacaktır. Diğer yandan, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin E. 2002/12847, K. 2003/5544, T. 29.04.2003 sayılı kararında ifade edilen, “zamanaşımı, harekete geçememek, istemde bulunamamak durumunda bulunan kimsenin aleyhine işlemez” görüş uyarınca, 2009 yılından önce objektif bir hukuki engel bulunduğundan, istemde bulunamayanlar yönü ile zamanaşımı süresinin 18.11.2009 tarihine kadar başlamamış olduğunun ve bu tarihten sonra TBK’nın 146. maddesinde karşılığını bulan 10 yıllık sürenin uygulanması gerektiğinin kabulü gerekir.
SONUÇ
Orman ve genel arazi kadastrosu çalışmalarının birbiriyle uyumlu bir şekilde yürütül(e)memesi nedeniyle, özel mülkiyete konu edilmemesi gereken ormanların şahıslar adına tapuya kayıt ve tescil edilmesi ve tapuda üçüncü kişilere devir edilmesi önlen(e)memiştir. Bilahare, tapu kayıtlarının, kamu yararı ilkesi kapsamında, orman olduğundan bahisle kısıtlanması veya iptal edilmesi karşısında ortaya çıkan mülkiyet hakkı ihlalleri, önceleri iç hukukta tazmin edilebilir bir durum olarak kabul edilmemiştir. Ne zaman ki süreklilik kazanan AİHM kararları ile bu durumun mülkiyet hakkı ihlaline neden olduğu belirlenmiş, o aşamadan sonra iç hukukta YHGK’nın T. 18.11.2009, E. 2009/4-383, K. 2009/517 sayılı kararıyla başlayan içtihat değişikliği ile, orman özelliğine sahip taşınmazların tapu kayıtlarının bedel ödemeden iptal edilmesi uygulamasına son verilmiş ve TMK’nın 1007. maddesi kapsamında Devletin tazminat sorumluluğunun önü açılmıştır.
Gerçekten de, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasa ile güvence altına alınan mülkiyet hakkının, kamu yararı gerekçesi ile hiçbir bedel ödenmeksizin yok sayılması, son derece ölçüsüz bir müdahale olmuştur.
Doktrin ve Yargıtay, “kadastro işlemlerinin de tapu sicili kavramı içerisinde olduğu ve kadastro işlemlerindeki hataların da TMK’nın 1007. maddesinde karşılığını bulan tapu sicilinin hatalı tutulması kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini” ifade etmekle birlikte, Devletin sorumluluğunun haksız fiil sorumluluğu kapsamında bir kusursuz sorumluluk hali olduğu görüşündedir.
TMK’nın 1007. maddesi için uygulanması gereken zamanaşımı konusunda doktrin, TBK’nın 72. maddesi çerçevesinde haksız fiil hükümleri uyarınca değerlendirme yapılması görüşünde iken Yargıtay, hakkı ihlal edilenler lehine olacak şekilde TBK’nın 146. maddesi çerçevesinde değerlendirme yapılması görüşündedir. Kanaatimizce de, TBK’nın 146. maddesi uyarınca, 10 yıllık sürenin tatbiki, yerinde bir uygulamadır. Ancak, iç hukuktaki lehe görüş değişikliğinden uzun yıllar önce tapu kayıtları iptal edilmiş kişiler yönü ile ise, çalışmamda yer verdiğim güncel Yargıtay ve AYM görüşünün yerinde olmadığı kanaatindeyim. Mülkiyet hakkı ihlal edilenlerin, (Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bir bildirim yapılmamış olunsa da) iç hukuktaki görüş değişikliği tarihinden itibaren 10 yıllık süre içerisinde devlete karşı tazminat davası açabilmesi, TBK’nın 153/6. maddesi hükmü ve AİHM kararları çerçevesinde mümkün olmalıdır kanaatindeyim.
Yukarıdaki makalem, Hakemli Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisinde yayınlanmış olup, atıf yapılması durumunda, aşağıdaki bilgiler üzerinden atıf yapılmalıdır.
ATIF : TAŞ, Ö. Orman Tahdit Sınırları İçerisinde Kalan Taşınmazlar Yönü ile Tapu Sicilinin Hatalı Tutulmasından Dolayı Devletin Sorumluluğu, Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 9, Sayı: 17, Ocak 2019, Sayfa: 81-112
KAYNAKÇA
- AKINTÜRK, Turgut, Eşya Hukuku, Beta, İstanbul, 2009.
- AKİPEK, Jale G., Türk Eşya Hukuku (Ayni Haklar), Birinci Kitap: Zilyetlik ve Tapu Sicili, 2. Baskı, Sevinç Matbaası, Ankara, 1972.
- AYAN, Mehmet, Eşya Hukuk I, Zilyedlik ve Tapu Sicili, 4. Baskı, Konya, Ekim 2004.
- AYAN, Mehmet, Eşya Hukuku, Zilyetlik ve Tapu Sicili, Cilt I, Güncelleştirilmiş 5. Baskı, Konya, Ocak 2010.
- AYAN, Mehmet, Eşya Hukuku I, Zilyetlik ve Tapu Sicili, Konya, 2014.
- AYAZ, Hüseyin, Türkiye’de Orman Mülkiyetinde Tarihi Süreç ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları, III. Ulusal Karadeniz Ormancılık Kongresi, Cilt I, Mayıs 2010.
- AYBAY, Aydın / HATEMİ, Hüseyin, Eşya Hukuku, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2010.
- CANSEL, Erol, Tapu Siciline İtimat Prensibi, Ankara, 1964.
- ERDEM, Mehmet, Özel Hukukta Zamanaşımı, İstanbul, 2010.
- ERDOĞAN, Büşra, Genel Kadastro-Orman Kadastrosu İlişkilerinin Hukuksal Açıdan İncelenmesi, İstanbul Üniversitesi / Fen Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, 2005.
- EREN, Fikret, Mülkiyet Hukuku, 3. Baskı, Yetkin Yayınları, Ankara, 2014.
- EREN, Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara, 2017.
- EREN, Fikret / BAŞPINAR, Veysel, Toprak Hukuku, 4. Baskı, Ankara, 2014.
- ERMAN, Hasan, Eşya Hukuku Dersleri, Der Yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2013.
- ERTAŞ, Şeref, Yeni Türk Medeni Kanunu Hükümlerine Göre Eşya Hukuku, 6. Baskı, Seçkin Yayınları, Ankara, 2006.
- ERTAŞ, Şeref, Eşya Hukuku, Barış Yayınları, 9. Baskı, Eylül, 2011.
- ERTAŞ, Şeref, Sürekli Borç İlişkilerinde (Dauerschuldverhaeltnisse) Zamanaşımı, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 16, Özel Sayı, 2014, (Baskı Yılı: 2015), Prof. Dr. Hakan PEKCANITEZ’e Armağan.
- ERTAŞ, Şeref / SERDAR, İlknur / GÜRPINAR, Damla, Eşya Hukuku, İzmir, 2014.
- ESENER, Turhan / GÜVEN, Kudret, Eşya Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara, 2012.
- ESMER, Galip, Mevzuatımızda Gayrimenkul Hükümleri ve Tapu Sicili, Tapu ve Kadastro Yayınları, 6. Baskı, Ankara, 1998.
- GEMALMAZ, H.Burak, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Açısından Mülkiyet Hakkının Sınırlanmasında ‘Adil Denge’ İlkesi”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası Prof. Dr. İl Han Özay’a Armağan, Cilt: LXIX, Sayı:1-2, 2011.
- GENÇAY, Gökçe, Orman Sınırları İçinde Tapu İptali Kararlarının Mülkiyet Hakkını İhlal Etmesi Sorunu, İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Dergisi, Cilt 66, sayı 1, 2016.
- GÖRGEÇ, Başak, Devletin Tapu Sicilinin Tutulmasından Doğan Sorumluluğu, Rücu Hakkı ve Tabi Olduğu Zamanaşımı, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, Cilt 22, Sayı 3, 2016.
- GÖZLÜGÖL, Said Vakkas, Avrupa İnsan Hakları Hukuku, 1. Baskı, Turhan Kitabevi Yayınları, Ankara, 2014.
- GÜNEŞ, Yusuf, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Çerçevesinde Mülkiyet Hakkı İhlallerinden Doğan Hukuksal Sorunlar ve Çözüm Önerileri, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk Anabilim dalı Doktora Tezi, 2015.
- GÜNEŞ, Yusuf, Orman ve Arazi Mülkiyeti Uyuşmazlıkları, On İki Levha, İstanbul, 2018.
- GÜRBÜZ, Meral, Tapu Sicilinin Tutulmasından Doğan Zararlardan Hukuki Sorumluluk, Eskişehir Barosu Dergisi, Eskişehir, 2006.
- GÜRSOY, Kemal Tahir / EREN, Fikret / CANSEL, Erol, Türk Eşya Hukuku, 2. Baskı, Ankara, 1984.
- HAVUTÇU, Ayşe, Haksız Fiil Sorumluluğunda Zamanaşımı Sürelerinin Başlangıcı, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 12, Özel Sayı, 2010, (Baskı Yılı: 2012).
- İMAMOĞLU, M. Altuğ, Mülkiyet ve Toprak Sistemleri, Yazıt Yayın Dağıtım, Ankara, 2006.
- İMAMOĞLU, M. Altuğ, Tapu Sicili ve Tapu Sicilinin Tutulmasında Devletin Sorumluluğu, 1. Baskı, Ankara, Adalet Yayınevi, 2010.
- KILIÇOĞLU, Mustafa, Sorumluluk Hukuku, C. 1, Ankara, Turhan, 2002.
- NOMER, Haluk Nami, Haksız Fiil Sorumluluğunda Maddi Tazminatın Belirlenmesi, Beta, İstanbul, 1996.
- NOMER, Haluk Nami / ERGÜNE, Mehmet Serkan, Eşya Hukuku, Zilyetlik ve Tapu Sicili, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, 2015.
- OĞUZMAN, M. Kemal / SELİÇİ, Özer / OKTAY-ÖZDEMİR, Saibe, Eşya Hukuku, Zilyetlik-Tapu Sicili- Taşınmaz ve Taşınır Mülkiyeti-Kat Mülkiyeti-Sınırlı Ayni Haklar, Gözden Geçirilmiş 12. Baskı, İstanbul, 2009.
- OĞUZMAN, M. Kemal / SELİÇİ, Özer / OKTAY-ÖZDEMİR, Saibe, Eşya Hukuku, Filiz Kitapevi, İstanbul, 2015.
- OĞUZMAN, M. Kemal / ÖZ, Turgut, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 8.Baskı, İstanbul, 2010.
- PEKMEZ, Cüneyt, Tapu Sicilinin Tutulmasından Devletin Sorumluluğu, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, 2013.
- REİSOĞLU, Safa, Eşya Hukuku, Ankara, 1984.
- REİSOĞLU, Safa, Borçlar Hukuku Genel Hükümler 15. Baskı, İstanbul, 2002.
- SİRMEN, Lale, Sorumluluk, Tapu Sicilinin Tutulmasından Doğan Zararlardan Devletin Sorumluluğu, Sevinç Matbaası, Ankara, 1975.
- SİRMEN, Lale, Eşya Hukuku Dersleri, Ankara, 1995.
- SİRMEN, Lale, Eşya Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara, 2014.
- SAPANOĞLU, Süleyman, Tapu Sicilinin Tutulmasından Doğan Zararlardan Devletin Sorumluluğu, Yetkin Yayınları, Ankara, 2012.
- SARIASLAN, Damla, Tapu Sicilinin Tutulmasından Doğan Zararlardan Devletin Sorumluluğu, TBB Dergisi, Sayı 133, Kasım 2017.
- ŞAHİN, Eda, Türk Medeni Kanunu Madde 1007 Kapsamında Tapu Sicillerinin Tutulmasından Devletin Sorumluluğu ve Devlete Karşı Açılacak Tazminat Davasında Zamanaşımı Meselesi, Terazi Dergisi, Cilt 13, Sayı 141, Mayıs 2018.
- TANDOĞAN, Haluk, Türk Mesuliyet Hukuku, Ankara, 1961.
- TEKİNAY, Selahattin Sulhi / AKMAN, Sermet / BURCUOĞLU, Haluk / ALTOP, Atilla, Eşya Hukuku, Filiz Kitabevi, Yeniden İncelenmiş ve Genişletilmiş 5. Baskı, İstanbul, 1989.
- TEKİNAY, Selahattin Sulhi / AKMAN, Sermet / BURCUOĞLU, Haluk /ALTOP, Atilla, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, İstanbul, 1993.
- TEZCAN, Murat / KAYACAN, Sıla, Orman Tahdit Sınırları İçine Almak Suretiyle Tapulu Taşımaza Kamulaştırmasız El Atma, Ankara Barosu Dergisi, Hakemli Dergi, 2016/2.
- TUTUMLU, Mehmet Akif, Türk Borçlar Hukukunda Zamanaşımı ve Uygulaması, 2. Baskı, Ankara, 2001.
[1] ERDOĞAN, Büşra, Genel kadastro-orman kadastrosu ilişkilerinin hukuksal açıdan incelenmesi, İstanbul Üniversitesi / Fen Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, 2005, s. 62.
[2] TEKİNAY, Selahattin Sulhi / AKMAN, Sermet / BURCUOĞLU, Haluk / ALTOP, Atilla, Eşya Hukuku, Filiz Kitabevi, Yeniden İncelenmiş ve Genişletilmiş 5. Baskı , İstanbul, 1989, s. 271.
[3] GÜRSOY, Kemal Tahir / EREN, Fikret / CANSEL, Erol, Türk Eşya Hukuku, 2. Baskı, Ankara, 1984, s. 351.
[4] EREN, Fikret, Mülkiyet Hukuku, 3. Baskı, Yetkin Yayınları, Ankara, 2014, s. 6; ERTAŞ, Şeref, Eşya Hukuku, Barış Yayınları, 9. Baskı, İzmir, Eylül 2011, s. 206; AYBAY, Aydın / HATEMİ, Hüseyin, Eşya Hukuku, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2010, s. 122; İMAMOĞLU, M. Altuğ, Mülkiyet ve Toprak Sistemleri, Yazıt Yayın Dağıtım, Ankara, 2006, s. 2; GÖZLÜGÖL, Said Vakkas, Avrupa İnsan Hakları Hukuku, 1. Baskı, Turhan Kitabevi Yayınları, Ankara, 2014, s. 269; AYM de, T. 21.06.1989, E. 1988/ 34, K. 1989/26 sayılı kararında, “mülkiyet hakkını; bir kimsenin, başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara da uymak koşulu ile bir şey üzerinde dilediği biçimde kullanma, ürünlerinden yararlanma, tasarruf etme (başkasına devretme, biçimini değiştirme, harcama ve tüketme hatta yok etme)” şeklinde tanımlamaktadır, Resmi Gazete T. 05.12.1989, S. 20363.
[5] Anayasa’nın 35. maddesi uyarınca, “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz”.
[6] GÜNEŞ, Yusuf, Orman ve Arazi Mülkiyeti Uyuşmazlıkları, On İki Levha, İstanbul, 2018, s. 35.
[7] Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Ek 1. Protokol Madde 1: “Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez”, http://tbbyayinlari.barobirlik.org.tr (14.03.2019).
[8] Anayasa’nın 169. maddesi uyarınca, “Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar, zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz”.
[9] Yargıtay 20. HD., T. 13.10.2009, E. 2009/12865, K. 2009/14625, www.kazanci.com (11.03.2019).
[10] Yargıtay HGK., T. 26.11.1980, E. 1978/4-624, K. 1980/2478 sayılı kararında, kadastro faaliyetlerinin “sicil tutuma” kavramı içinde düşünülemeyeceği belirtilerek, Devlet, kadastro işlemlerinden sorumlu tutulmamıştır, www.kazanci.com (11.03.2019).
[11] Münferit davalardan biri olan Yargıtay 1. HD., T. 07.05.2002, E. 2002/3549, K. 2002/5807 sayılı oy çokluğu ile verilmiş kararında, “Somut olayda, dava konusu taşınmaz, sanki orman sınırları içerisinde değilmiş gibi, senetsizden kişi adına 1959 yılında tespit edilmiş, sonradan satım suretiyle el değiştirmiş; 1994 tarihinde davalı üzerine kaydedilmiştir. Bu arada Hazine tespite ses çıkarmamıştır.1982 tarihinde taşınmaz 1744 sayılı yasa ile orman dışına çıkarılmış, yine Hazine davalının satın almasından sonra şerh koydurmuş; eldeki davayı ise, çıkarmadan itibaren 20 yıla yakın bir süre geçtikten sonra açmıştır.Kadastro ekibinin hatalı işlemleri sonucu davalıların (karşı davacılar) bayii adına tespiti ve kesinleştirilmesi, buna bağlı olarak sicil oluşturulması, sicile yerin orman tahdidinde kaldığına ilişkin bir şerhin verilmemesi nedeniyle ve sicile güven ilkesi uyarınca davalıların zarara uğradıkları yadsınamaz (inkar edilemez) bir gerçektir. Davalıların, akidine müracaat etme olanağının bulunması, kusursuz sorumluluktan ötürü hazineye karşı dava açmasını engellemez. Bu durumda uğranılan zararın Hazine tarafından karşılanması gereği belirtilen ilkelerin bir sonucudur” denilmektedir, www.kazanci.com (11.03.2019).
[12] Yargıtay HGK., T. 26.11.1980, E. 1978/4-624, K. 1980/2478 sayılı kararında, “kadastro çalışma ve faaliyetleri sırasında yapılan işlemlerin sicil tutma kavramı içinde mütalaa edilemez” denilmiştir. Yargıtay 4. HD., T. 26.12.2002, E. 2002/14339, K. 2002/14717 sayılı kararında,kadastro işlemleri, tapu sicili kavramı içerisinde değerlendirilmediği için, ancak ilgilinin akdine rücu etme imkanının olduğu belirtilerek Hazine sorumlu tutulmamıştır, www.kazanci.com (11.03.2019).
[13] AYAZ, Hüseyin, Türkiye’de Orman Mülkiyetinde Tarihi Süreç ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları, III. Ulusal Karadeniz Ormancılık Kongresi 20-22, Cilt I, Mayıs 2010, s. 189-198. AİHM., T. 10.03.2009, Başvuru No: 45651/04, Temel Conta Sanayi ve Ticaret A.Ş. V Türkiye; AİHM., T. 08.07.2008, Başvuru No: 1411/03, Turgut vd. V Türkiye; AİHM., T. 10.03.2009, Başvuru No: 36192/03, Şatır V Türkiye; AİHM., T. 22.09.2009, Başvuru No: 10250/02, Taş V Türkiye; AİHM., T. 13.10.2009, Başvuru No: 35785/03 Köktepe V Türkiye, http://.hudoc.echr.coe.int/tur (11.03.2019).
[14] AİHM., T. 17.04.2012, Başvuru No: 42936/07, Mehmet Altunay V Türkiye kararında, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, iç hukuktaki içtihadın, Yargıtay’ın farklı daireleri tarafından Medeni Kanun 1007. maddesinin uygulanması ve yorumlanması bağlamında, tazminat davası açma konusundaki zaman asımı süresi ve tazminat miktarının hesaplanma biçiminin değişikliğe uğraması yönünde geliştiğini gözlemlemektedir. Bu yeni içtihat değişikliğine göre, taşınmazları ormanlık alanda yer aldığı gerekçesiyle tapuları iptal edilen bireyler, artık tapularının iptal edilmesine yönelik kararın kesinleştiği tarihten itibaren on yıllık bir süre içinde taşınmazın gerçek değerine karşılık gelen bir tazminat miktarını talep etme yolunu kullanabileceklerdir” denilmiştir, T.C.Adalet Bakanlığı, Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü, İnsan Hakları Daire Başkanlığı, http://hudoc.echr.coe.int (11.03.2019).
[15] Yargıtay 20. HD., T. 20.06.2016, E. 2015/999, K. 2016/7191, www.kazanci.com (12.03.2019).
[16] SİRMEN, Lale, Sorumluluk, Tapu Sicilinin Tutulmasından Doğan Zararlardan Devletin Sorumluluğu, Sevinç Matbaası, Ankara, 1975, s. 134; PEKMEZ, Cüneyt, Tapu Sicilinin Tutulmasından Devletin Sorumluluğu, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, 2013, s. 146; SAPANOĞLU, Süleyman, Tapu Sicilinin Tutulmasından Doğan Zararlardan Devletin Sorumluluğu, Yetkin Yayınları, Ankara, 2012, s. 86.
[17] PEKMEZ, s. 147.
[18] Yargıtay 5. HD., T. 03.06.2014, E. 2014/2688, K. 2014/15821 sayılı kararında “…Somut olayda; dava konusu taşınmaz orman olarak sınırlandırılmış, malikin mülkiyet ve tasarruf imkanı ortadan kaldırılmıştır. Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Çetiner ve Yücetürk –Türkiye 22 Eylül 2009 tarih, 24620/04 sayılı kararı ve 23 Mart 2010 tarih, 2150/05 sayılı kararlarında, bir taşınmazın kamu orman arazisi olarak vasıflandırılmasıyla birlikte malikin mülkiyet hakkını kullanmasına yönelik bir müdahalenin olduğunu ve bu vasıflandırmanın söz konusu taşınmazın tasarruf nisabını önemli ölçüde azaltan bir etki oluşturduğunu, malikin arazisinden gerçek anlamıyla istifade edemediğini ve her anlamda mülkiyet hakkının içini boşaltan bir etki yarattığını kabul etmiştir. Davacının taşınmazı orman olarak sınırlandırıldığı ve taşınmazdan yararlanma ve tasarruf etme hakkı kısıtlandığı halde, tapusu davacı üzerinde diye tazminat talebinin reddi, Ek 1 nolu Protokolün 1.maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesine aykırıdır. Bu nedenle, Orman olarak sınırlandırılan ve tapusu halen davacı üzerinde bulunan taşınmazın eylemli orman alanı olarak kullanılan bölümde kaldığından taşınmaza Orman Genel Müdürlüğü tarafından fiilen el atıldığı ve böylece kamulaştırmasız el atma olgusunun da gerçekleştiği sabit olduğundan bedelinin ödenmesine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir” denilmiştir, www.kazanci.com (12.03.2019).
[19] Yargıtay 20. HD., T. 16.11.2017, E. 2016/2222, K. 2017/9573, (yayınlanmamış karar).
[20] AİHM., T. 14.04.2015, Başvuru No 2705/05, Dürrü Mazhar Çevik ve Asuman Münire Çevik Dağdelen / Türkiye, https://hudoc.echr.coe.int/tur (12.03.2019).
[21] AYM., T. 16.04.2013, Başvuru No: 2013/1012, Nazmiye Akman, www.anayasa.gov.tr (12.03.2019).
[22] TEZCAN, Murat / KAYACAN, Sıla, Orman Tahdit Sınırları İçine Almak Suretiyle Tapulu Taşımaza Kamulaştırmasız El Atma, Ankara Barosu Dergisi, Hakemli Dergi, 2016/2, s. 408’de “Kişiler üzerine geçerli olarak tapu kaydı yapılmış taşınmazların sonradan kadastro tespit işlemleri ile orman tahdit sınırlarına dahil edilmesi sonucu kişilerin tapulu taşınmazlarını kullanamaz hale gelmesi ve dolayısıyla Anayasa ile korunan mülkiyet haklarının içinin boşaltılması, bu kapsamda mülkiyet hakkının ihlali olarak değerlendirilebilecektir. Ancak uygulamada sıklıkla rastlanan, idare, taşınmazlara yapılan orman tahdidi sırasında taşınmazların orman olduğunu tapuya herhangi bir şerh koymadan fiilen bu yönde işlemler yapmasıdır. Bu durumda ortada hiçbir idari işlem olmayıp tapuda üzerine kayıtlı kişilerin bu taşınmazları kullanması, satması, kiralaması yahut arazilerden yararlanması engellenmektedir. Benzer bir durum da; fiili yol ile orman sayılmasından dolayı arazi sahibinin arazinin içine girememesi, bakım işlemi veya zirai bir faaliyet yapamamasından dolayı arazinin ormanlaşmasına sebebiyet verilen, bu nedenle davacının ekonomik kaybının mevcut olduğu durumlardır. Tüm bu emsal olaylarda esasen mülkiyet hakkının içi boşaltılmakta, kişilerin üzerine kayıtlı taşınmazlara fiili yol ile kamulaştırmasız el atılmaktadır ” denilmekle, orman kısıtlamaları, kamulaştırmasız el atma olarak değerlendirilmiştir.
[23] SİRMEN, s. 59; GÜRBÜZ, Meral, Tapu Sicilinin Tutulmasından Doğan Zararlardan Hukuki Sorumluluk, Eskişehir Barosu Dergisi, Eskişehir, 2006, s. 55.
[24] PEKMEZ, s. 124.
[25] PEKMEZ, s. 126.
[26] PEKMEZ, s. 128-129.
[27] PEKMEZ, s. 151.
[28] SİRMEN, s.100-101.
[29] AKINTÜRK, Turgut, Eşya Hukuku , Beta, İstanbul, 2009, s. 276.
[30] GÜRSOY / EREN / CANSEL, s. 207; SAPANOĞLU, s. 85; PEKMEZ, s. 29; NOMER, Haluk Nami / ERGÜNE, Mehmet Serkan, Eşya Hukuku, Zilyetlik ve Tapu Sicili, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, 2015, s. 100.
[31] OĞUZMAN, Kemal / SELİÇİ, Özer / OKTAY-ÖZDEMİR, Saibe, Eşya Hukuku, Filiz Kitabevi , İstanbul, 2015, s. 129; SİRMEN, s. 33; PEKMEZ, s. 15; SAPANOĞLU, s. 86.
[32] TEKİNAY / AKMAN / BURCUOĞLU / ALTOP, s. 458; SİRMEN, s. 34; REİSOĞLU, Safa, Eşya Hukuku, Ankara, 1984, s. 232; PEKMEZ, s. 22; ESENER / GÜVEN, s. 114.
[33] İMAMOĞLU, M. Altuğ, Tapu Sicili ve Tapu Sicilinin Tutulmasında Devletin Sorumluluğu, 1. Baskı, Ankara, Adalet Yayınevi, 2010, s. 509.
[34] YBGK., T. 24.01.2014, Sayı No: 1 sayılı kararı, Türk Medeni Kanunu’nun 1007. maddesi kapsamındaki orman kısıtlamalarına dair davaları, Yargıtay 5. HD.’nin görev alanına alan son iş bölümü kararıdır. Sonraki tüm iş bölümü kararlarında, Yargıtay 20. HD.’nin görev alanına alınmıştır, www.yargitay.gov.tr (14.03.2019).
[35] Yargıtay 5. HD., T. 03.06.2014 , E. 2014/2688, K. 2014/15821 sayılı kararında, “….Dava konusu taşınmaz orman sayılan yerlerden olup, orman sınırları içerisinde bulunması nedeniyle davacının taşınmazlardan yararlanma ve tasarruf etme hakkı kalmadığından, ayrı bir tüzel kişiliği bulunan Orman Genel Müdürlüğü davaya dahil edilip onun yönünden davanın kabulüne, Hazine hakkındaki davanın ise husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiği düşünülmeden yazılı şekilde hüküm kurulması….” hususunun yasaya aykırı olduğuna dair karar vermiştir, www.yargitay.gov.tr (14.03.2019).
[36] Yargıtay 5. HD., T. 17.01.2017, E. 2016/15120, K. 2017/160 sayılı kararında, “….taşınmazın arazi niteliğinde kabulü ile net geliri esas alınarak değerinin belirlenmesinde ve asıl davada tespit edilen bedelin davalı Hazineden tahsiline, diğer davalı yönünden davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine, karşı davanın ise kabulüne karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir….” denilerek, Orman İdaresi sorumlu tutulmamıştır. Yargıtay 5. HD., T. 07.02.2018, E. 2016/20926, K. 2018/1069 sayılı kararında ise, “…ayrı bir tüzel kişiliği bulunan Orman Genel Müdürlüğü yönünden davanın kabulüne, Hazine hakkındaki davanın ise husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiği düşünülmeden yazılı şekilde hüküm kurulması…” denilerek, Hazinenin sorumlu tutulamayacağına dair karar vermiştir. Yine aynı kararda, uzun süredir kabul ettiği önceki görüşünden farklı olarak, hazinenin değil, Orman İdaresi’nin tazminattan sorumlu olması gerektiği gerekçesi ile bozma kararı verilmiştir, www.yargitay.gov.tr (14.04.2019).
[37] Yargıtay 20. HD., T. 14.12.2015, E. 2015/5007, K. 2015/12569, www.yargitay.gov.tr (14.03.2019).
[38] Yargıtay 20. HD., T. 04.05.2017, E. 2015/14111, K. 2017/4036, www.yargitay.gov.tr (14.03.2019).
[39] Yargıtay 20. HD., T. 11.05.2017, E. 2015/16469, K. 2017/4322 sayılı kararında, “…4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “sorumluluk” kenar başlığını taşıyan 1007. maddesinde “Tapu sicilinin tutulmasından doğan tüm zararlardan Devlet sorumludur.” Devlet zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder” hükmü yer almakta olup, anılan yasal düzenleme nedeniyle Orman Genel Müdürlüğü aleyhine tazminat davası açılmaz. Somut olayda ise Hazine yanında Orman Genel Müdürlüğüne de husumet yöneltilmiş olup, yukarda açıklanan gerekçeye istinaden Orman Genel Müdürlüğü aleyhine açılan davanın pasif taraf sıfatı yokluğu nedeniyle usûlden reddine karar verilmesi gerekirken davanın esası hakkında hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir…”. Yargıtay 20.HD.’nin T. 08.03.2016, E. 2015/10024, K. 2016/2880 sayılı içtihadında, “…Medenî Kanunun 1007. maddesi gereğince davalı sıfatı Hazinenin olup Orman Yönetiminin davalı sıfatı bulunmadığından Orman Yönetimi aleyhine açılan davanın husumet nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, kabulüne karar verilmesi doğru olmamıştır…” denilerek durum açıklanmıştır, www.yargitay.gov.tr (14.04.2019).
[40] Yargıtay 5. HD., T. 16.06.2014, E. 2014/3868, K. 2014/17213 sayılı kararında, “…..davacılar murisi M. Ö. K. tarafından 1993 yılında satın aldığı taşınmazın, tapu kaydına güven ilkesi çerçevesinde satın alındığı, tapu kaydında taşınmazın satışına engel bir durum bulunmadığı gibi tapu sicil müdürlüğü tarafından satışın gerçekleştirildiği, açılan dava sonucu tapu kaydının iptal edildiği, kaydın yitirilmesi nedeniyle uğranılan zararın 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1007. maddesi uyarınca Devletin sorumluluğunu gerektirdiği, Hazine aleyhinde açılan davada işin esasına girilerek, sonucuna göre işlem yapılması gerekirken…..” denilerek, hazinenin taraf olması gerektiği ifade edilmiştir, www.yargitay.gov.tr (14.04.2019).
[41] AYM., T. 05.11.2015, Başvuru No: 2013/1178 sayılı kararında, “Devletin sorumluluğunun kusursuz sorumluluk olduğu, bu işlemler nedeniyle zarar görenlerin 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türkiye Borçlar Kanunu’nun 125. maddesinde yer alan 10 yıllık zamanaşımı süresi gözetilerek 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesi gereğince zararlarının tazmini için Hazine aleyhine adli yargıda dava açabileceği ifade edilmiştir.”, www.anayasa.gov.tr (14.03.2019).
[42] AİHM. T. 14 .04.2015, Başvuru No: 2705/05, https://hudoc.echr.coe.int/tur (12.03.2019).
[43] Yargıtay 20. HD., T. 06.04.2017, E. 2015/11081, K. 2017/2933 sayılı içtihadında, “…mahkemece tazminat isteminin tapu iptali tescil istemini de içerdiği kabul edilerek…” denilerek, mülkiyet hakkını kısıtlayan “orman şerhi” nedeniyle açılan tazminat davalarında, tapu kaydının da orman vasfı ile Hazine adına tescil edilecek şekilde iptal edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Yargıtay 20. HD., T. 25.10.2016, E. 2016/4825, K. 2016/9514 sayılı kararı da aynı doğrultudadır, www.yargitay.gov.tr (14.03.2019).
[44] Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu, T. 12.04.2017, S. 117, (yayınlanmamış karar).
[45] Belirsiz alacak davası olarak açılmış olunan Sinop 2. Asliye Hukuk Mahkemesi, E. 2014/314, K. 2015/659 sayılı kararı, Yargıtay 20. HD., T. 16.11.2017, E. 2016/812, K. 2017/9562 sayılı kararı ile; Sapanca Asliye Hukuk Mahkemesi, E. 2014/513, K. 2015/318 sayılı kararı, Yargıtay 20. HD., T. 04.05.2017, E. 2015/14111, K. 2017/4036 sayılı kararı ile; Karamürsel Asliye Hukuk Mahkemesi, E. 2016/430, K. 2018/116 sayılı kararı, Yargıtay 20.HD., T. 18.09.2018 E. 2018/3980, K. 2018/5766 sayılı kararı ile onanmıştır, www.yargitay.gov.tr (14.03.2019).
[46] PEKMEZ, s. 134; RESİOĞLU, s. 234; SİRMEN, s. 104; ESMER, Galip, Mevzuatımızda Gayrimenkul Hükümleri ve Tapu Sicili, Tapu ve Kadastro Yayınları, 6. Baskı, Ankara, 1998, s. 755-575; ERTAŞ, Şeref, Yeni Türk Medeni Kanun’u Hükümlerine Göre Eşya Hukuku, 6. Baskı, Seçkin yayınları, Ankara, 2006, s. 144.
[47] Uyuşmazlık Mahkemesi, T. 06.04.2015, E. 2015/245, K. 2015/259, www.uyusmazlik.gov.tr (16.03.2019).
[48] Yargıtay 20. HD., T. 08.03.2016, E. 2015/10024, K. 2016/2880, www.hukukmedeniyeti.org (17.03.2019).
[49] ERMAN, Hasan, Eşya Hukuku Dersleri, Der Yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2013, s. 55; OĞUZMAN / SELİÇİ / ÖZDEMİR, s. 132; PEKMEZ, s.137; SAPANOĞLU, s. 266.
[50] Yargıtay 20. HD., T. 05.05.2015, E. 2015/2458, K. 2015/3655 sayılı kararında, “4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1007. maddesinin 3. fıkrası uyarınca, tapu sicilinin tutulmasından kaynaklı Devletin sorumluluğuna dair davaların, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görüleceği amir hüküm olarak düzenlenmiştir. Bu maddede düzenlenen kesin yetki kuralı, kamu düzenine dair olduğundan, istek olmasa bile resen gözetilmesi gerekir” denilmektedir,www.yargitay.gov.tr (14.03.2019).
[51] SİRMEN, Lale, Eşya Hukuku, Yetkin yayınları, Ankara, 2014, 151; REİSOĞLU, s. 231; ESENER / GÜVEN, s. 115; PEKMEZ, s. 131; EREN, Fikret / BAŞPINAR, Veysel, Toprak Hukuku, 4. Baskı, Ankara, 2014, s. 333; OĞUZMAN / SELİÇİ / OKTAY-ÖZDEMİR, s. 144-145; ERTAŞ, Şeref / SERDAR, İlknur / GÜRPINAR, Damla, Eşya Hukuku, İzmir, 2014, s. 96.
[52] TEKİNAY / AKMAN / BURCUOĞLU / ALTOP, s. 720; REİSOĞLU, Sefa, Borçlar Hukuku Genel Hükümler 15.baskı, İstanbul, 2002, s. 212; OĞUZMAN, M. Kemal / ÖZ, Turgut, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 8.baskı, İstanbul, 2010, s. 543.
[53] NOMER, Haluk Nami, Haksız Fiil Sorumluluğunda Maddi Tazminatın Belirlenmesi, Beta, İstanbul, 1996, s. 12.
[54] KILIÇOĞLU, Mustafa, Sorumluluk Hukuku, C. 1, Ankara, Turhan, 2002, s. 448.
[55] SİRMEN, s. 151; TEKİNAY / AKMAN / BURCUOĞLU / ALTOP, s. 452; PEKMEZ, s.127; OĞUZMAN / SELİÇİ / OKTAY-ÖZDEMİR, s.144; AYAN, s. 230-231.
[56] Yargıtay 20. HD., T. 24/01/2017, E. 2016/11707, K. 2017/376, www.yargitay.gov.tr (14.03.2019).
[57] GEMALMAZ, H. Burak, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Açısından Mülkiyet Hakkının Sınırlanmasında ‘Adil Denge’ İlkesi”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası Prof. Dr. İl Han Özay’a Armağan, Cilt: LXIX, Sayı:1-2, 2011, s. 657.
[58] AİHM., T. 26.03.2016, Başvuru No: 36813/97, https://hudoc.echr.coe.int (16.03.2019).
[59] GÜNEŞ, Yusuf, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Çerçevesinde Mülkiyet Hakkı İhlallerinden Doğan Hukuksal Sorunlar ve Çözüm Önerileri, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk Anabilim dalı Doktora Tezi, 2015, s. 296.
[60] Yargıtay 20. HD., T. 13.02.2018, E. 2017/6637, K. 2018/936, www.yargitay.gov.tr (16.03.2019).
[61] Yargıtay 20. HD., T. 09.02.2016, E. 2015/14759, K. 2016/1309, sayılı kararında, “Ermenek Asliye Hukuk Mahkemesinin 14/05/2007 tarihinde kesinleşen kararıyla orman vasfında olduğu gerekçesiyle çekişmeli taşınmazın tapu kaydının iptal edildiği, her ne kadar Devlet Ormanlarının özel mülkiyete konu olması mümkün değil ise de, 1999 yılında yapılan genel arazi kadastrosu sırasında taşınmaz hakkında kadastro tespiti düzenlenerek tapu kütüğünün gerçek kişiler adına oluşturulduğu, bu şekilde tapu sicilinin hatalı olarak tutulduğundan, Türk Medeni Kanunu’nun 1007. maddesi kapsamında Devletin kusursuz sorumluluğunun bulunduğu ve davacının gerçek zararının tazmininin gerektiği anlaşılmaktadır” denilerek, kadastro tespiti sonucu davacı adına kayıt edilen taşınmazın, 6 yıl sonra açılan dava ile tapu kaydının orman olduğundan bahisle iptali durumunda, maddi tazminata hükmedilmesi gerektiğine karar verilmiştir, www.yargitay.gov.tr (14.03.2019).
[62] Yargıtay 20. HD., T. 11.12.2012, E. 2012/3737, K. 2012/14278 sayılı kararı kapsamında, murislerinden intikal eden taşınmazın, orman olduğu nedeniyle tapu kaydının iptal edilmesi halinde, tazminat alabileceklerine dair karar verilmiştir, www.kazanci.com (14.03.2019).
[63] Tapu kaydında hiçbir sınırlayıcı kayıt olmadan satın alınan taşınmazın orman olarak tapu kaydının iptali sonrasında açılan Sinop 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin E. 2014/314, K. 2015/659 sayılı kararı, Yargıtay 20. HD., T. 16.11.2017, E. 2016/812, K. 2017/9562 sayılı kararıile onanmıştır, www.yargitay.gov.tr (14.03.2019).
[64] AİHM., T. 30.05.2006, Başvuru No: 1262/02 ve AİHM., T. 12.12.2006, Başvuru No: 1250/02, https://hudoc.echr.coe.int/tur (12.03.2019).
[65] Yargıtay 20. HD., T. 28/02/2012, E. 2011/17668, K. 2012/2843 sayılı kararında, “…İncelenen dosya kapsamına, kararın dayandığı gerekçeye ve çekişmeli parsel tapuda Hasan adına kayıtlıyken beyanlar hanesine 12.11.1996 tarihinde 6831 sayılı Yasanın 2/B maddesi gereğince Hazine adına orman sınırları dışına çıkarıldığına ilişkin şerh yazıldığı, davalının bu şerhi bilerek 09.12.2004 tarihinde satın aldığı, tapu kaydında yer alan bu şerh nedeniyle, parselin Hazine ile ilgisinin olduğunu bilmediğini ve iyi niyetli olduğunu söyleyemeyeceği, Medeni Yasanın iyi niyetle taşınmaz edinenlerin, tapu kaydının tutulması nedeniyle doğan zararlarının tazmininin öngördüğü şartlarının bulunması halinde davacının taşınmazı kendisine satan kişiden satıcının tekeffülü hükümlerine göre zararının tazminini isteyebileceği gözetilerek davanın reddine karar verilmesinde isabetsizlik bulunmadığına göre, davacı tarafın yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddiyle…” denilmektedir, www.yargitay.gov.tr (14.03.2019).
[66] Yargıtay 20. HD., T. 03.10.2017, E. 2017/7688, K. 2017/7196 sayılı kararında, “Bölge Adliye Mahkemesince, taşınmazın beyanlar hanesine 06/12/1993 tarihinde ‘parselin ormanla ilgisi vardır’ ve 11/08/2003 tarihinde ‘orman tahdit sınırları içinde kalmaktadır’ şerhlerinin verildiği, davacı …’ın taşınmaz üzerindeki şerhleri bilerek taşınmazı 03/03/2006 tarihinde satın aldığı, bu şerhler nedeniyle, taşınmazın orman ve Hazine ile ilgisinin olduğunu bilmediğinin ve iyi niyetli olduğunun söylenemeyeceği gerekçesiyle, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Somut olaya gelince; ormanlar özel mülkiyete konu olamayacak ise de; taşınmaza önce kadastro yoluyla gerçek kişiler adına tapu kaydı oluşturulduğu, satış yoluyla çekişmeli taşınmazın davacıya intikal ettiği, bu şekilde tapu sicilinin hatalı olarak tutulduğu dosya kapsamı ile sabit olmakla Türk Medeni Kanunu’nun1007. maddesi kapsamında Devletin kusursuz sorumluluğu ilkesi gereği Hazinenin davacının gerçek zararını karşılaması gerekmektedir. Açıklanan sebeple Hazine açısından çekişmeli taşınmazın tapu iptal ve tescil davasının kesinleştiği tarih itibari ile taşınmazın gerçek değerinden sorumlu olacağı, bunun kusursuz, objektif sorumluluk niteliğinde olduğu,davacının tapu kaydındaki şerhi bilerek, görerek satın almasının yani iyiniyetli olup olmamasının Hazinenin sorumluluğuna etki etmeyeceği ve tazminata hükmedilmesi gerektiği açık olduğuna göre Bölge Adliye Mahkemesince verilen karar usul ve kanuna aykırıdır.” denilmiştir. Yine aynı yönde, Yargıtay 20. HD., T. 06.06.2017, E. 2017/6249, K. 2017/5003 sayılı kararı mevcuttur, www.yargitay.gov.tr (15.03.2019).
[67] ÜSTÜNDAĞ, Saim, Tapu Kütüğünün Tashihi Davası, İstanbul, 1959, s. 107; SİRMEN, Lale, Eşya Hukuku Dersleri, Ankara, 1995, s. 198; AYAN, Mehmet, Eşya Hukuku, Zilyetlik ve Tapu Sicili, Cilt I, Güncelleştirilmiş 5. Baskı, Konya, Ocak 2010, s. 180.
[68] OĞUZMAN, M. Kemal / SELİÇİ, Özer / OKTAY-ÖZDEMİR, Saibe, Eşya Hukuku, Zilyetlik-Tapu Sicili- Taşınmaz ve Taşınır Mülkiyeti-Kat Mülkiyeti-Sınırlı Ayni Haklar, Gözden Geçirilmiş 12. Baskı, İstanbul, 2009, s. 201; CANSEL, Erol, Tapu Siciline İtimat Prensibi, Ankara, 1964, s. 75.
[69] ERDEM, Mehmet, Özel Hukukta Zamanaşımı, İstanbul, 2010, s. 5; TUTUMLU, Mehmet Akif, Türk Borçlar Hukukunda Zamanaşımı ve Uygulaması, 2. Baskı, Ankara, 2001, s. 25.
[70] SAPANOĞLU, s. 86; PEKMEZ, s. 137; OĞUZMAN / SELİÇİ / OKTAY-ÖZDEMİR, s. 150; TEKİNAY / AKMAN / BURCUOĞLU, s. 460; SİRMEN, s. 135; AYAN, Mehmet, Eşya Hukuk I, Zilyedlik ve Tapu Sicili, 4. Baskı, Konya, Ekim 2004, s. 189; AKİPEK, Jale G., Türk Eşya Hukuku (Ayni Haklar), Birinci Kitap: Zilyetlik ve Tapu Sicili, 2. Baskı, Sevinç Matbaası, Ankara, 1972, s. 345.
[71] Yargıtay 4. HD., T. 14.01.2009, E. 2008/11535, K. 2009/402 sayılı kararında, 1 yıl içerisinde Devlet aleyhine dava açılabileceğine dair karar verilmiştir. Aynı doğrultuda Yargıtay 4. HD., T. 12.07.2011, E. 2011/7205, K. 2011/8239 sayılı kararı da mevcuttur, www.kazanci.com (16.03.2019).
[72] AİHM., T. 07.12.2010, Başvuru No: 15523/04 ve 15891/04 sayılı Hüseyin Ak vd V Türkiye davasında, hükümet tarafından yapılan savunmada, 1 yıl içerisinde hazineye dava açılabileceği belirtilmiştir, http://.hudoc.echr.coe.int/tur (11.03.2019).
[73] Yargıtay 20. HD., T. 13.12.2011, E. 2011/13660, K. 2011/14621 sayılı kararında, “Medeni Yasası’nın “sorumluluk” karar başlığını taşıyan 1007. maddesi gereğince “Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devlet sorumlu…” olduğu, somut olayda, Hazine adına itiraz etmekle yükümlü olan görevlilerin üzerlerine düşen görevlerini yapmadıkları, tapu işlemlerinin, kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda oluşan hatalardan Devletin, Medeni Yasa’nın 1007. maddesi gereğince kusursuz olarak sorumlu olduğu, Kusursuz sorumluluğun, tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların, yanlış tescil sonucu sicile güven ilkesi yönünden değişmesi ya da yitirilmesi, bu haklardan yoksun kalınması temeline dayandığı, çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen Devletin, sicillerdeki aykırı kayıtlardan doğan zararları ödemeyi de üstlendiği,…..Görüldüğü üzere, tapu sicilinin tutulmasını üzerine alan Devlet, tapu siciline tanınan güvenden ötürü, hak durumuna aykırı kayıtlardan doğan tehlikeyi de üstlenmektedir. Tapu sicil müdürü ya da memurunun kusuru olsun olmasın, tapu sicilinin tutulmasında kişilerin çıkarlarını koruyan hukuk kurallarına aykırı davranılmış olması yeterlidir. Kusurun varlığı ya da yokluğu Devletin sorumluluğu için önem taşımamakta, sadece Devletin memuruna rücuu halinde, iç ilişkide etkisi söz konusu olmaktadır. Bu sorumluluk türünün, Borçlar Yasasının 41 ve devamı maddelerinde düzenlenen haksız fiil sorumluluğu ile ilgisi yoktur….” denilerek, sorumluluğun haksız fiil ilkelerine dayalı olarak değerlendirilmemesi gerektiği ifade edilmiştir, www.kazanci.com (15.03.2019). Yine Yargıtay 20. HD., T. 11.10.2011, E. 2011/6979, K. 2011/11356 sayılı kararında, “YHGK’nın T. 18.11.2009, E. 2009/4-38., K.2009/517 ; T. 16.06.2010, E. 2010/4-349, K. 2010/318 sayılı kararlarında da vurgulandığı gibi; tapu işlemleri kadastro tespit işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan T.M.K. m.1007. anlamında Devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir. Burada Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Bu işlemler nedeniyle zarar görenler, Borçlar Yasası’nın 125. maddesinde yer alan 10 yıllık zamanaşımı süresi gözetilerek Medeni Yasanın 1007. maddesi gereğince, zararlarının tazmini için Hazine aleyhine adlî yargıda dava açabilirler” denilerek aynı husus belirtilmiştir, www.yargitay.gov.tr (15.03.2019).
[74] Yargıtay 20. HD., T. 16.10.2014, E. 2014/8330, K. 2014/8482, www.yargitay.gov.tr (16.03.2019).
[75] Yargıtay 20. HD., T. 15.06.2016, E. 2015/2550, K. 2016/7002, www.kazanci.com (16.03.2019).
[76] Yargıtay 20. HD., T. 11.04.2016, E. 2015/2509, K. 2016/4251, www.yargitay.gov.tr (16.03.2019).
[77] AYM., T. 30.06.2014, Başvuru No: 2013/6862 sayılı kararda, “Devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan zarardan sorumluluğu, “kusursuz sorumluluk” temeline dayanır. Tapu sicili görevlilerinin herhangi bir kusuru olmasa dahi Maliye Hazinesi zararı tazmin etmek sorundadır. 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesine dayalı tazminat davası, mülga 818 sayılı Kanun’un 41. maddesinde düzenlenen haksız fiilin bir türü olup, aynı Kanun’un 60. Maddesinde (TBK.’nun 72. maddesinde) düzenlenen zamanaşımı sürelerine tabidir” denilmektedir, www.anayasa.gov.tr (16.03.2019).
[78] AYM., T. 22.09.2016, Başvuru No: 2014/9788 sayılı kararda, “Tapu işlemleri kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan bu kayıtlarda yapılan hatalardan 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesine göre devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir. Burada devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi ya da yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür (YHGK’nın T. 18/11/2009, E. 2009/4-383, K. 2009/517). Bu işlemler nedeniyle zarar görenler 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesi gereğince zararlarının tazmini için 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun 146. Maddesi gereğince 10 yıllık zamanaşımı süresinde Hazine aleyhine adli yargıda dava açabilirler (Yargıtay 20. HD. T. 18/12/2012, E. 2012/7876, K. 2012/14598)” denilmektedir, www.anayasa.gov.tr (16.03.2019).
[79] SİRMEN, s. 146.
[80] PEKMEZ, s. 25; AYAN, s. 226.
[81] GÖRGEÇ, Başak, Devletin Tapu Sicilinin Tutulmasından Doğan Sorumluluğu, Rücu Hakkı ve Tabi Olduğu Zamanaşımı, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, cilt 22 , sayı 3, 2016, s. 1211.
[82] ŞAHİN, Eda, Türk Medeni Kanunu Madde 1007 Kapsamında Tapu Sicillerinin Tutulmasından Devletin Sorumluluğu ve Devlete Karşı Açılacak Tazminat Davasında Zamanaşımı Meselesi, Terazi Dergisi, Cilt 13, Sayı 141, 2018 Mayıs, s. 65.
[83] EREN, Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara, 2017, s. 476; OĞUZMAN / ÖZ, s. 468; TEKİNAY / AKMAN / BURCUOĞLU / ALTOP, s. 1035.
[84] ERTAŞ, s. 96; ESENER / GÜVEN, s. 129; SİRMEN, s. 131’e göre, tapu kaydındaki yolsuz düzeltilebildiği sürece zarar meydana gelmeyecek olup Devletin sorumluluğuna gidilemeyecektir. ERTAŞ, s. 96; ESENER / GÜVEN, s. 129; TEKİNAY / AKMAN / BURCUOĞLU / ALTOP, s. 461’e göre, kaydın düzeltilmesi mümkün olmadığında ise hak sahibi zarara uğramış olacak ve Devlet sorumlu tutulabilecektir. SİRMEN, s. 135’e göre, TBK’ya göre on yıllık zamanaşımı süresi, zarar verici fiilin meydana geldiği tarihten itibaren işlemeye başlayacağından zarar gören her halde sicildeki kaydın yolsuz tutulmasından itibaren on yıl içinde Devlete karşı dava açmadıysa, dava zamanaşımına uğrayacaktır.
[85] TEKİNAY, S. Sulhi / AKMAN, Sermet / BURCUOĞLU, Haluk / ALTOP, Atilla, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 7.baskı İstanbul 1993, s. 720; TANDOĞAN, Haluk, Türk Mesuliyet Hukuku, Ankara, 1961, s. 360; REİSOĞLU, s. 212; OĞUZMAN / ÖZ, s. 543; HAVUTÇU, Ayşe, Haksız Fiil Sorumluluğunda Zamanaşımı Sürelerinin Başlangıcı, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 12, Özel Sayı, 2010, (Baskı Yılı: 2012), s. 585.
[86] PEKMEZ, s. 140; SİRMEN, s. 104; REİSOĞLU, s. 233.
[87] SAPANOĞLU, s. 245.
[88] ERMAN, s. 55; ESMER, s. 755; TEKİNAY / AKMAN / BURCOĞLU / ALTOP, s. 461.
[89] SARIASLAN, Damla, Tapu Sicilinin Tutulmasından Doğan Zararlardan Devletin Sorumluluğu, TBB Dergisi Sayı 133, Kasım 2017, s. 398.
[90] GENÇAY, Gökçe, Orman Sınırları İçinde Tapu İptali Kararlarının Mülkiyet Hakkını İhlal Etmesi Sorunu, İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Dergisi cilt 66, sayı 1, 2016, s. 79.
[91] Yargıtay 20. HD., T. 13/11/2018, E. 2018/2558, K. 2018/7318, www.yargitay.gov.tr (16.03.2019); Yargıtay HGK., T. 13.06.2018, E. 2017/5-2025, K. 2017/1189, www.kazanci.com (16.03.2019).
[92] AİHM., T. 14.04.2015, Başvuru No: 2705/05 sayılı (Dağdelen V Türkiye) kararda, “Türk Medeni Kanunu’nun 1007. maddesine ilişkin itirazla ilgili olarak, orman arazileriyle ilgili davalarda Mahkeme tarafından verilen kararların ardından , Yargıtay’ın 2009 yılında bir içtihat değişikliğine gittiğinin ve bu değişikten sonra, söz konusu taşınmazın Devlet’in orman arazilerine veya kıyı şeridine dâhil olduğu gerekçesiyle tapu belgesi iptal edilen herkese, Medeni Kanun’un 1007. maddesine dayanarak tazminat elde etme imkânı verdiğinin tespit edilmesi gerekmektedir; söz konusu hüküm, tapu belgelerinin düzenlenmesinden kaynaklanan her türlü zarardan Devletin sorumlu olduğunu öngörmektedir. Bahsedilen içtihat, 2011 yılında, bu başvuru yoluna yönelmek için belirlenen sürenin, tapu belgesinin iptal edildiği tarihten itibaren on yıl olduğu şeklinde değiştirilmiştir.” denilerek, açıklık getirilmiştir, http://.hudoc.echr.coe.int/tur (11.03.2019).
[93] Yargıtay 20. HD., T. 20.10.2011, E. 2011/11557, K. 2011/11889, www.kazanci.com (16.03.2019).
[94] Yargıtay 20. HD., T. 18.12.2012, E. 2012/7876, K. 2012/14598 sayılı karar düzeltme kararında, “.Somut olayda, ….’in orman kadastrosuna itiraz davasının reddine ilişkin kararın kesinleştiği 24.09.1993 tarihinden, tazminat davasının açıldığı tarihine kadar 10 yıllık zamanaşımı süresi geçmişse de, çekişmeli parselin orman ile ilgisi bulunduğuna ilişkin Orman Yönetiminin isteği ile şerhler hanesine satılamaz şerhinin yazıldığı 30.07.2002 tarihine ve Orman Yönetimi tarafından tapu iptal tescil davasının açıldığı 29.11.2005 tarihine kadar, hiçbir kısıtlama olmadan taşınmaz üzerindeki tasarrufunu devam ettirdiğinden, mülkiyet hakkının halele uğramadığı konusunda bir inanç oluştuğu, esasen orman kadastrosuna itiraz davasının reddine ilişkin kararın kesinleşmesiyle taşınmazın orman olgusu kesinleşmişse de, bu kararın infazı başka bir deyişle uygulamaya geçmesi, tapu kaydının beyanlar hanesine satılamaz şerhi konulduğu 30.07.2002 tarihi ile tapu iptal tescil davasının açıldığı 29.11.2005 tarihinde gerçekleştiğinden, ancak; bu tarihlerden sonra tapu malikinin tasarruf hakkının kısıtlandığından bu şekilde zararının oluştuğundan ve tazminat davası için zamanaşımının, ancak, bu tarihten sonra başladığından söz edilebilir” denilmektedir, www.turkhukuksitesi.com (16.03.2019).
[95] Yargıtay 20. HD., T. 17.09.2013, E. 2013/4253, K. 2013/8046 sayılı kararında ise, “orman tahdidine itiraz ve ayrıca orman aleyhine müdahalenin önlenmesi davaları, tazminat davasından yıllar önce, (10 yıldan daha fazla bir zaman önce) reddedilip kesinleşmesine rağmen, hiç bir karar ile tapu kaydının iptal edilmediği” esas kabul edilerek, tahdide itiraz ya da müdahalenin önlenmesi davalarının kesinleşme tarihlerini zamanaşımına esas alınmadan hüküm kurulmuştur, www.yargitay.gov.tr (16.03.2019).
[96] Yargıtay 20. HD., T. 18.09.2018, E. 2018/3980, K. 2018/5766, www.yargitay.gov.tr (16.03.2019).
[97] AYM., T. 16.04.2013, Başvuru No: 2013/1012 sayılı Nazmiye AKMAN kararında, “…Kanun hükümleri ve Yargıtay içtihatları göz önünde bulundurulduğunda, başvurucu, tapuda adına kayıtlı taşınmazların kendisi tarafından kullanılmasına veya tasarrufuna engel olacak nitelikte bir şerh düşülmesiveya tapu kaydının iptali hâlinde, söz konusu işlemin yapılması tarihinden itibaren 10 yıl içerisinde Hazine aleyhine adli yargıda tazminat davası açabilecektir…” denilmek suretiyle, yanılgılı değerlendirmeye sebebiyet verecek bir ifade kullanmıştır kanaatindeyim, www.anayasa.gov.tr (16.03.2019).
[98] AYM., T. 05.10.2017, Başvuru No: 2014/15223 sayılı Aydemir Güvener kararında, AİHM’in Altunay kararın atıfta bulunarak, “…..başvurucunun tapu belgesinin iptali yönündeki kararın kesinleşmesinden itibaren on yıl içinde tazminat talebinde bulunabileceğini….” tekrarlamıştır, www.anayasa.gov.tr (16.03.2019).
[99] Yargıtay HGK., T. 18.11.2009, E. 2009/4-383, K. 2009/517, www.kazanci.com (16.03.2019).
[100] Yargıtay 20. HD., T. 17.01.2017, E. 2016/14412, K. 2017/121 sayılı kararında, “…davacı adına 15.08.1977 tarihinde satış yolu ile tapuda tescili yapılan 1008 ada 17 parsel sayılı taşınmazın…3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1981/631 E. 1984/173 K. sayılı ilâmı ile orman tahdidi içerisinde orman sayılan yerlerden olması nedeniyle tapu kaydının iptaline karar verildiği ve kararın Yargıtay denetiminden geçerek 15.02.1985 tarihinde kesinleştiği ve kesinleşme tarihinden başlayarak dava tarihi olan 25.09.2013 tarihine kadar 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 146. maddesinde (eski 818 sayılı Borçlar Kanununun 125. maddesi) sözü edilen 10 yıllık genel dava zamanaşımı süresinin geçtiğinin anlaşılmasına ve mahkemece davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığına göre….” denilmektedir, www.yargitay.gov.tr (16.03.2019).
[101] AYM., T. 17.07.2014, Başvuru No: 2012/1143 sayılı Leyla Daimigüler vd. kararında, “Ayrıca başvurucular 2007 yılından itibaren bu tür tazminat taleplerinin yerel mahkemelerce kabul edildiğini ve 818 sayılı mülga Kanun’un 132. maddesine göre alacağı, Türk mahkemelerinde ileri sürme olanağı olmadığı sürece zamanaşımının duracağı itirazında bulunsalar da, Kanun incelendiğinde tazminat talebinin zararın doğmasından veya öğrenilmesinden itibaren 1 yılda ve her halükarda olaydan sonraki 10 yıl içinde mahkeme önüne getirilmesi gerektiği; kendilerinin de ifade ettiği gibi 2007 yılından itibaren bu tür tazminat taleplerinin yerel mahkemelerce kabul edildiği ve başvurucuların 2007 yılında bedel tespiti yaptırdıkları, buna rağmen 2007 yılından 2010 yılına kadar böyle bir başvuruda bulunmadıkları anlaşılmıştır.” denilerek, iç hukukta dava açabilme/lehe karar alabilme tarihi irdelenmiştir, www.anayasa.gov.tr (16.03.2019).
[102] AYM., T. 08.04.2015, Başvuru No: 2012/1144 sayılı Suat Özen kararının karşı oy gerekçesinde, “Gerek 818 sayılı Mülga Borçlar Kanun’un 132/6. maddesinde gerek 6098 sayılı Borçlar Kanun’un 153/6. maddesinde, zamanaşımının işlemeyeceği, işlemişse dahi duracağı durumdan söz edilmekte ve alacağın bir Türk Mahkemesi huzurunda iddia edilmesi imkânı olmadığı müddetçe, zamanaşımının bu sebebin sona erdiği günün sona ermesinden itibaren işlemeye başlayacağı hüküm altına alınmaktadır. Yargıtay’ın uzun yıllar devam eden yerleşik uygulamasında, kıyı-kenar çizgisinde ya da orman alanında kaldığı gerekçesiyle mahkeme kararlarıyla tapuları iptal edilen kişilerce açılan davalarda, mülkiyet zayii nedeniyle tazminat taleplerine hakları bulunmadığı yolundaki içtihadın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince kabul görmeyerek, bu yönde yapılan başvuruların ihlâlle sonuçlanması üzerine, son yıllarda anılan yerleşik içtihattan dönülmüş ve evvelce bu konudaki davalar kabul edilmezken, yeni uygulamada kabul edilir hale gelmiştir. Davanın somutunda, başvurucunun tapulu taşınmazının hazineye intikal ettiği 1992 yılında açacağı bir davanın kabul görmesi imkânsız olduğundan; taşınmazın mülkiyetinin kaybedilmesi tarihi itibariyle zamanaşımının işlemeye başladığından söz edilemez” denilmektedir, www.anayasa.gov.tr (16.03.2019).
[103] AYM., T. 20.07.2017, Başvuru No: 2014/497 sayılı Sınırlı Sorumlu Güzelçamlı Konut Yapı Kooperatifi kararında, “Yargıtay içtihadı, 4721 Sayılı Kaunu’nun 1007. Maddesi kapsamındaki davanın, mülkiyeti kaybettiren kararın kesinleştiği tarihten itibaren on yıl içinde açılabileceği yönündedir. Başvurucunun bu yola başvurması gerekliliğinden söz edilebilmesi için, içtihadın değiştiği tarihte on yıllık zamanaşımı süresinin henüz dolmamış bulunması gerekmektedir…Başvurucunun en geç, 29.03.2011 tarihli kararın verildiği anda 4721 Sayılı Kanunun 1007. Maddesine ilişkin içtihat değişikliğinden haberdar olduğu anlaşılmaktadır. Anılan tarih itibariyle de 4721 Sayılı Kanunun 1007. Maddesine dayalı tazminat davası açılmasının mümkün olduğu görülmektedir” denilmektedir, www.anayasa.gov.tr (16.03.2019).
[104] AYM., T. 25.07.2017, Başvuru No: 2014/6673 sayılı Yaşar Çoban kararında, “…Dairenin bu yorumu aşırı şekilci ve katı olup 18.11.2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolmuş başvurularda başvurucular yönünden 4721 sayılı kanunun1007. Maddesi kapsamındaki tazminat yolunu etkisizleştirmektedir. Sonradan oluşan bir hukuk yoluna ilişkin bir zamanaşımı süresinin kişinin bu yola başvurmasını kesin olarak imkansız hale getirecek bir tarihte başlayacağının kabulü , sınırlamanın istisna olduğu ilkesi ile bağdaşmamaktadır. Bununla birlikte 818 sayılı mülga kanunun 125. Maddesi gereğince 10 yıllık zamanaşımı süresinin hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması amacına matuf olduğu gözetildiğinde bu sürenin tamamen göz ardı edilmemesi gerektiği de açıktır. Başvurucunun dava açma hakkını kullanabilmesindeki bireysel yarar ile hukuki güvenlik ve istikrar ilkesinin sağlanmasındaki kamu yararı arasında dava açmanın süreye bağlanmış olmasını anlamsız kılmayacak şekilde bir denge kurulmalıdır. Bu denge kurma çabasının on yıllık zamanaşımı süresinin bu hukuki yolun oluştuğu 18.11.2009 tarihinden itibaren yeniden işlemeye başlayacağının kabulünü zorunlu kılmadığının altı çizilmelidir. Aksi takdirde zamanaşımı süresinin öngörülmesi anlamsız hale gelecek ve kamu yararı ile bireysel yarar arasında gözetilmesi gereken denge kamu yararı aleyhine bozulmuş olacaktır. Önemli olan husus, 18.11.2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolmuş bulunalar yönünden 4721 sayılı kanunun 1007 maddesi kapsamında dava açılabilmesine imkan tanınmış olmasıdır. Bu durumda, 18.11.2009 tarihinden önce zamanaşımı dolan başvurucuların dava açabilmelerini mümkün kılacak makul bir süre öngörülmesi, kamu yararı ile bireylerin mülkiyet hakkının korunması arasında adil bir dengenin kurulabilmesi bakımından yeterli olup bu sürenin ne kadar olacağının takdirinin derece mahkemelerine ve özellikle içtihat mahkemesi konumunda olan Yargıtay’a ait olduğu kuşkusuzdur…” denilmektedir, www.anayasa.gov.tr (16.03.2019).
[105] Yargıtay 20. HD., T. 01.03.2018, E. 2016/5008, K. 2018/1647, www.yargitay.gov.tr (16.03.2019).
[106] AYM., T. 22.09.2016, Başvuru No: 2014/11141 sayılı kararında, “YHGK’nın 30.09.2015 tarihli kararında, 2014/16-102 E , 2015/2026 K , “…davanın 2 yıllık makul sürede açılmadığı….” ifadesi vardır. Bu husus, mahkemeye erişim hakkı ihlali kapsamında değerlendirilecektir. Yukarıdaki karar, Yargıtay 8. HD.’nin yerleşik uygulaması ile 2 yıllık bir süre öngörülmüştür. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir….Dava açma hakkı birtakım sınırlamalara tabi tutulabileceği gibi bu hakkın kullanımı da belli kurallara bağlanabilir. Bununla birlikte bu sınırlamalar dava açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek seviyeye ulaşmamalıdır…Bir mahkemeye başvuru hakkının yasal şartlara tabi tutulması kabul edilebilir olsa da mahkemeler usul kurallarını uygularken bir yandan adil yargılanma hakkını ihlal edebilecek aşırı şekilcilikten diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı esneklikten kaçınmalıdırlar…Usul kurallarının hukuki güvenliğin sağlanması ve yargılamanın düzgün bir şekilde yürütülmesi sonucu adaletin tecelli etmesine hizmet etmek yerine kişilerin davalarının yetkili bir mahkeme tarafından görülmesi bakımından bir çeşit engel hâline gelmesi durumunda mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş olacaktır…Kanunun bu gerekliliklere uygun olduğunun söylenebilmesi için yeterince ulaşılabilir olması yani vatandaşların belirli bir olaya uygulanabilir nitelikteki hukuk kurallarının varlığı hakkında yeterli bilgiye sahip olabilmesi, ayrıca ilgili normun keyfîliğe karşı uygun bir koruma sağlaması, yetkili makamlara verilen yetkinin genişliğini ve icra edilme biçimlerini yeterli bir netlikte tanımlaması gerekmektedir…Somut başvuru açısından kadastro çalışmalarında yol vasfı ile tespit dışı bırakılan taşınmaz hakkında başvurucu tarafından açılan tescil davasının, uygulamayla kabul edilen iki yıllık makul süre içinde açılmadığı gerekçesiyle reddedilmesinin başvurucunun mahkemeye erişim hakkına bir müdahale oluşturduğu açıktır. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir” denilmiştir, www.anayasa.gov.tr (16.03.2019).
[107] AYM., T. 09.03.2017, Başvuru No: 2014/2522, www.anayasa.gov.tr (16.03.2019).
[108] ERTAŞ, Şeref, Sürekli Borç İlişkilerinde (Dauerschuldverhaeltnisse) Zamanaşımı, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 16, Özel Sayı 2014, (Baskı Yılı: 2015), Prof. Dr. Hakan PEKCANITEZ’e Armağan, s. 3102.
[109] AYM., T. 19.04.2017, Başvuru No: 2014/12521 sayılı kararında, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen çok sayıda ihlal kararından sonra Yargıtay içtihat değişikliğine giderek kadastro sırasında yapılan hataların 4721 sayılı kanunun 1007. Maddesi kapsamında devletin sorumluluğu altında olduğuna ve tazminat ödenmesi gerektiğine dair kararlar vermiştir. YHGK, ilk defa 18/11/2009 tarihli ve E.2009/4-383 , K.2009/517 sayılı ilamıyla içtihat değişikliğine gitmiştir. YHGK’nın 16/06/2010 tarihli ve E.2010/4-349 , K.2010/318 sayılı kararı da benzer yöndedir.” denilmektedir, www.anayasa.gov.tr (16.03.2019).
[110] ERTAŞ, s. 3098.