ORMAN KISITLAMASI YA DA ORMAN VASFINA DAYALI TAPU İPTALİ NEDENİYLE MÜLKİYET HAKKI İHLALİ SONUCU AÇILAN MADDİ TAZMİNAT DAVASINDA, HAZİNE YA DA ORMAN İDARESİNİN SONRADAN DAVAYA DAHİL EDİLİP EDİLEMEYECEĞİNE DAİR YARGITAY GÖRÜŞLERİ
13 Ekim 2020GEMİ KAZASI NEDENİYLE AÇILMIŞ TAZMİNAT DAVASIDIR
11 Aralık 2020ORMAN ŞERHİNİ BİLEREK TAPULU TAŞINMAZI SATIN ALANLAR YÖNÜ İLE MADDİ TAZMİNAT HAKKI MEVCUT OLUP OLMADIĞINA DAİR YARGITAY GÖRÜŞLERİ
Uygulamada yüksek yargıda çelişkili kararların görüldüğü hususlardan biri de, orman şerhini bilerek satın alanların durumudur. Burada, 2/B şerhini görenler ile “orman şerhini” görenler ayrı değerlendirilmelidir. 2/B şerhi ile satın alıp bilahare orman olduğundan bahisle tapu kaydı iptal edilen taşınmazlar yönü ile Yargıtay olumlu görüşünü sürdürmekte ancak orman şerhini bilerek satın almada ise, olumlu görüş bildirmemektedir.
Bu hususla ilgili Yargıtay 20. HD.’nin “birkaç istisnai olumlu kararı” olmakla birlikte, son içtihatlar, önceki dönemlerde olduğu gibi, olumsuzdur. Başka bir ifade ile, bir taşınmazın orman olduğunu bilerek satın alan kişilerin, hazineye karşı dava açmaları durumunda, taleplerinin kabul edilmeyebileceği görüşü, güncel duruma uygun olan içtihattır. Konuya ilişkin Yargıtay kararları aşağıdadır.
YARGITAY ( 2017 OLUMLU GÖRÜŞÜ )
- Hukuk Dairesi 2017/7688 E. , 2017/7196 K.
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : Adliye Mahkemesi … Hukuk Dairesi
Taraflar arasındaki davanın yapılan yargılaması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca duruşmalı olarak incelenmesi davacı … tarafından istenilmekle, tayin olunan 19/09/2017 günü için yapılan tebligat üzerine, temyiz eden davacı vekili Av. … geldi, karşı taraftan davalı Hazine vekili Av. … geldi, başka gelen olmadı, açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, gelenlerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi. İş karara bırakıldı. Daha sonra dosya içindeki tüm belgeler incelenip, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı vekili 19/02/2015 tarihli dava dilekçesinde, davacı adına tapuda kayıtlı bulunan, …, … beldesi, 1483 parsel sayılı taşınmazın bir bölümünün tapu kaydının, … 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/346-2011/337 sayılı kararı ile iptal edilerek, orman niteliği ile hazine adına tesciline karar verildiğini, 25/09/2012 tarihinde kararın kesinleştiğini, TMK’nın 1007. maddesi uyarınca tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan Devletin sorumlu olduğunu belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı tutulmak kaydıyla 100.000,00 TL tazminatın, dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiş, daha sonra 27/04/2016 tarihli harçlandırılmış ıslah dilekçesi ile dava değerini 3.741.857,00 TL olarak değiştirmiş, yine aynı tarihten faiz talep etmiştir.
Mahkemece davanın kabulüne, 3.741.857,00 TL tazminatın 25/09/2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine karar verilmiş, hüküm davalı Hazine tarafından istinaf edilmekle, … Bölge Adliye Mahkemesince, taşınmazın beyanlar hanesine 06/12/1993 tarihinde “parselin ormanla ilgisi vardır” ve 11/08/2003 tarihinde “orman tahdit sınırları içinde kalmaktadır” şerhlerinin verildiği, davacı …’ın taşınmaz üzerindeki şerhleri bilerek taşınmazı 03/03/2006 tarihinde satın aldığı, bu şerhler nedeniyle, taşınmazın orman ve Hazine ile ilgisinin olduğunu bilmediğinin ve iyi niyetli olduğunun söylenemeyeceği gerekçesiyle, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; dava konusu taşınmazın 1973 yılında yapılan kadastro sırasında 4753 sayılı Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu gereğince 1951 yılında oluşturulan tapu kaydına dayalı olarak tespiti yapılarak 14150 m2 tarla vasfı ile gerçek kişiler adına tescil edildiği, daha sonra 24/04/1989 tarihinde davacının miras bırakanı … tarafından satın alındığı, 20/08/1992 tarihinde mirasçılarına intikal ettiği, 03/03/2006 tarihinde tüm hisselerin davacı tarafından satın alınarak adına tescil edildiği, 06/12/1993 ve 11/08/2003 tarihlerinde tapu kaydına ormanla ilgili olduğu ve orman sınırı içinde kaldığı yönünde şerhler konulduğu anlaşılmaktadır.
Hazine tarafından tapu maliki … aleyhine açılan dava sonucu … 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/346-2011/337 sayılı ilamı ile taşınmazın 10691 m2 bölümünün tapusunun iptaline ve orman niteliğiyle Hazine adına tesciline dair verilen hükmün Yargıtay denetiminden geçerek 25/09/2012 tarihinde kesinleştiği, bunun üzerine davacının tazminat istemli eldeki davayı 19/02/2015 tarihinde açtığı dosya kapsamı ile sabittir.
İddianın içeriğine ve ileri sürülüş biçimine göre dava; mülkiyet hakkının yitirilmesi nedeniyle Hazine aleyhine TMK’nın 1007. maddesine dayalı olarak açılan tazminat istemine ilişkindir.
Davacı, tapuda kayıtlı taşınmazın tüm hisselerini tapu sicil memuru huzurunda resmi şekilde düzenlenen satış sözleşmesi ile satın almış olup ortada şekil bakımından geçerli bir sözleşme olduğu, davacının geçerli bir sözleşme ile satın aldığı taşınmazın, mahkeme kararı ile elinden çıkmış olması nedeni zarara uğradığı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, mülkiyet hakkına ilişkin Anayasal ve yasal düzenlemeler karşısında davacının zararının karşılanması gerektiği hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır.
Davadaki sorun davacının tapu kaydındaki orman şerhini görerek satın alması durumunda Hazineye karşı dava açıp açamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Mülkiyet hakkı gerek Anayasa ve yasalarla iç hukuk yönünden, gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleri ile kabul edilmiş temel haklardandır. (Anayasa md. 35/1 AİHS ek protokol 1-1) Türk Medeni Kanununun 683. maddesinde de bir şeye malik olan kimsenin hukuk düzeninin sınırları içerisinde o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisi olarak belirtilmiş, malikin malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi her türlü haksız el atmanın önlenmesini de dava edebileceği hüküm altına alınmıştır. Bütün bunların yanında mülkiyet hakkı kamu yararının bulunduğu hallerde sınırlandırılabilir ya da tamamen kaldırılabilir. Ancak bu sınırlandırma ya da kaldırma gerçekleştirilirken T.C. Anayasasının 90/5. maddesi ile iç hukukun üstünde sayılan AİHS hükümleri gereğince AİHM tarafından oluşturulan 30/05/2006 tarih ve 1262/02 sayılı kararda ifade edildiği üzere “…bir kişiyi mülkünden yoksun bırakan bir önlemin…” “…kamu yararına meşru bir amaç gütmesi gerektiği…” bu önlem alınırken “başvurulan yollar ve gerçekleştirilmesi amaçlanan hedef arasında makul bir denge olması gerektiği…” kişinin “…kişisel ve haddinden fazla yük taşımak zorunda kalması halinde gerekli dengenin kurulamayacağI açıktır. Bir başka ifadeyle kamu yararı ile mülkiyet hakkından kısmen veya tamamen yoksun bırakılan kişinin menfaati arasında makul, kabul edilebilir, hak ve adalet dengesini sağlayacak bir oranın kurulması asıldır.
Devlet tarafından verilen, doğru esasa ve geçerli kayda dayalı mülkiyet hakkına değer verileceği kuşkusuzdur. Böyle bir yer özel mülkiyet kapsamından çıkarılarak kamu malı niteliğini kazanmakla birlikte, kişinin ya da kişilerin söz konusu tapuya dayalı hakkının yukarıda ifade edildiği gibi hukuki güvenlik ilkesinin sonucu olarak korunması gerektiği muhakkaktır. Aksi düşünce tarzının, devletin, verdiği tapunun geçersizliğini ileri sürerek, hiçbir karşılık ödemeksizin iptalini istemesi, zamanında geçerli bir şekilde ve kayda dayalı olarak oluşturulan mülkiyet hakkı ile bağdaşmayacağı gibi, kamu vicdanını yaralaması yanında hukuk devleti ilkesini de zedeleyen bir tutum oluşturacaktır.
Tüm bunların yanında 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun “sorumluluk” kenar başlığını taşıyan 1007. maddesi “tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur” hükmünü içermektedir. Devletin buradaki sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk, tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescil sonucu değişmesi ya da yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür. Bu itibarla kadastro görevlilerinin dayanaksız ya da gerçek duruma uymayan kayıtlar düzenlemeleri ve taşınmazın niteliğinde yanlışlık yapmalarını da aynı kapsamda düşünmek gerekir. Zira tapu işlemleri kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan tapu kütüğünün oluşumu aşamalarında kadastro işlemleri ile tapu işlemlerinin bir bütün oluşturduğu kuşkusuzdur.
Somut olaya gelince; ormanlar özel mülkiyete konu olamayacak ise de; taşınmaza önce kadastro yoluyla gerçek kişiler adına tapu kaydı oluşturulduğu, satış yoluyla çekişmeli taşınmazın davacıya intikal ettiği, bu şekilde tapu sicilinin hatalı olarak tutulduğu dosya kapsamı ile sabit olmakla TMK’nın 1007. maddesi kapsamında Devletin kusursuz sorumluluğu ilkesi gereği Hazinenin davacının gerçek zararını karşılaması gerekmektedir.
Açıklanan sebeple Hazine açısından çekişmeli taşınmazın tapu iptal ve tescil davasının kesinleştiği tarih itibari ile taşınmazın gerçek değerinden sorumlu olacağı, bunun kusursuz, objektif sorumluluk niteliğinde olduğu, davacının tapu kaydındaki şerhi bilerek, görerek satın almasının yani iyiniyetli olup olmamasının Hazinenin sorumluluğuna etki etmeyeceği ve
tazminata hükmedilmesi gerektiği açık olduğuna göre Bölge Adliye Mahkemesince verilen karar usul ve kanuna aykırıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile Bölge Adliyesi Mahkemesi kararının, 6100 sayılı HMK’nın 373/2. maddesi uyarınca BOZULMASINA, dosyanın Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, Yargıtaydaki duruşma tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre takdir edilen 1480,00 TL vekalet ücretinin davalı Hazineden alınarak kendisini vekil ile temsil ettiren davacı tarafa verilmesine, temyiz harcının istek halinde iadesine 03/10/2017 günü oy birliği ile karar verildi.
YARGITAY ( 2019 OLUMLU EKİM GÖRÜŞÜ )
- Hukuk Dairesi 2019/2248 E. , 2019/5753 K.
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ: …… Bölge Adliye Mahkemesi 37. Hukuk Dairesi
Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı vekili 19/02/2015 tarihli dava dilekçesinde, davacı adına tapuda kayıtlı bulunan, ……eldesi, 1483 parsel sayılı taşınmazın bir bölümünün tapu kaydının, ….. 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/346 – 2011/337 E.K. sayılı kararı ile iptal edilerek, orman niteliği ile Hazine adına tesciline karar verildiğini, 25/09/2012 tarihinde kararın kesinleştiğini, TMK’nın 1007. maddesi uyarınca tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan Devletin sorumlu olduğunu belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı tutulmak kaydıyla 100.000,00 TL tazminatın, dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiş, daha sonra 27/04/2016 tarihli harçlandırılmış ıslah dilekçesi ile dava değerini 3.741.857,00 TL olarak değiştirmiş, yine aynı tarihten faiz talep etmiştir.
Mahkemece davanın kabulüne, 3.741.857,00 TL tazminatın 25/09/2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine karar verilmiş, hüküm davalı … tarafından istinaf edilmekle, ….. Bölge Adliye Mahkemesince, taşınmazın beyanlar hanesine 06/12/1993 tarihinde “parselin ormanla ilgisi vardır” ve 11/08/2003 tarihinde “orman tahdit sınırları içinde kalmaktadır” şerhlerinin verildiği, davacı …’ın taşınmaz üzerindeki şerhleri bilerek taşınmazı 03/03/2006 tarihinde satın aldığı, bu şerhler nedeniyle, taşınmazın orman ve Hazine ile ilgisinin olduğunu bilmediğinin ve iyi niyetli olduğunun söylenemeyeceği gerekçesiyle, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekilinin temyizi üzerine Dairenin 03.10.2017 gün ve 2017/7688 E. – 2017/7196 K. sayılı kararıyla bozulmuştur.
Hükmüne uyulan bozma ilamında “Dosya içeriği ve toplanan delillerden; dava konusu taşınmazın 1973 yılında yapılan kadastro sırasında 4753 sayılı Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu gereğince 1951 yılında oluşturulan tapu kaydına dayalı olarak tespiti yapılarak 14150 m2 tarla vasfı ile gerçek kişiler adına tescil edildiği, daha sonra 24/04/1989 tarihinde davacının miras bırakanı İsmail Sancak tarafından satın alındığı, 20/08/1992 tarihinde mirasçılarına intikal ettiği, 03/03/2006 tarihinde tüm hisselerin davacı tarafından satın alınarak adına tescil edildiği, 06/12/1993 ve 11/08/2003 tarihlerinde tapu kaydına ormanla ilgili olduğu ve orman sınırı içinde kaldığı yönünde şerhler konulduğu anlaşılmaktadır.
Hazine tarafından tapu maliki … aleyhine açılan dava sonucu …… 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/346-2011/337 sayılı ilamı ile taşınmazın 10691 m2 bölümünün tapusunun iptaline ve orman niteliğiyle Hazine adına tesciline dair verilen hükmün Yargıtay denetiminden geçerek 25/09/2012 tarihinde kesinleştiği, bunun üzerine davacının tazminat istemli eldeki davayı 19/02/2015 tarihinde açtığı dosya kapsamı ile sabittir.
Davacı, tapuda kayıtlı taşınmazın tüm hisselerini tapu sicil memuru huzurunda resmi şekilde düzenlenen satış sözleşmesi ile satın almış olup ortada şekil bakımından geçerli bir sözleşme olduğu, davacının geçerli bir sözleşme ile satın aldığı taşınmazın, mahkeme kararı ile elinden çıkmış olması nedeni zarara uğradığı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, mülkiyet hakkına ilişkin Anayasal ve yasal düzenlemeler karşısında davacının zararının karşılanması gerektiği hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır.
Davadaki sorun davacının tapu kaydındaki orman şerhini görerek satın alması durumunda Hazineye karşı dava açıp açamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Mülkiyet hakkı gerek Anayasa ve yasalarla iç hukuk yönünden, gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleri ile kabul edilmiş temel haklardandır. (Anayasa md. 35/1 AİHS ek protokol 1-1) Türk Medeni Kanununun 683. maddesinde de bir şeye malik olan kimsenin hukuk düzeninin sınırları içerisinde o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisi olarak belirtilmiş, malikin malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi her türlü haksız el atmanın önlenmesini de dava edebileceği hüküm altına alınmıştır. Bütün bunların yanında mülkiyet hakkı kamu yararının bulunduğu hallerde sınırlandırılabilir ya da tamamen kaldırılabilir. Ancak bu sınırlandırma ya da kaldırma gerçekleştirilirken T.C. Anayasasının 90/5. maddesi ile iç hukukun üstünde sayılan AİHS hükümleri gereğince …. tarafından oluşturulan 30/05/2006 tarih ve 1262/02 sayılı kararda ifade edildiği üzere “…bir kişiyi mülkünden yoksun bırakan bir önlemin…” “…kamu yararına meşru bir amaç gütmesi gerektiği…” bu önlem alınırken “başvurulan yollar ve gerçekleştirilmesi amaçlanan hedef arasında makul bir denge olması gerektiği…” kişinin “…kişisel ve haddinden fazla yük taşımak zorunda kalması halinde gerekli dengenin kurulamayacağI açıktır. Bir başka ifadeyle kamu yararı ile mülkiyet hakkından kısmen veya tamamen yoksun bırakılan kişinin menfaati arasında makul, kabul edilebilir, hak ve adalet dengesini sağlayacak bir oranın kurulması asıldır.
Devlet tarafından verilen, doğru esasa ve geçerli kayda dayalı mülkiyet hakkına değer verileceği kuşkusuzdur. Böyle bir yer özel mülkiyet kapsamından çıkarılarak kamu malı niteliğini kazanmakla birlikte, kişinin ya da kişilerin söz konusu tapuya dayalı hakkının yukarıda ifade edildiği gibi hukuki güvenlik ilkesinin sonucu olarak korunması gerektiği muhakkaktır. Aksi düşünce tarzının, devletin, verdiği tapunun geçersizliğini ileri sürerek, hiçbir karşılık ödemeksizin iptalini istemesi, zamanında geçerli bir şekilde ve kayda dayalı olarak oluşturulan mülkiyet hakkı ile bağdaşmayacağı gibi, kamu vicdanını yaralaması yanında hukuk devleti ilkesini de zedeleyen bir tutum oluşturacaktır.
Tüm bunların yanında 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun “sorumluluk” kenar başlığını taşıyan 1007. maddesi “tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur” hükmünü içermektedir. Devletin buradaki sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk, tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescil sonucu değişmesi ya da yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür. Bu itibarla kadastro görevlilerinin dayanaksız ya da gerçek duruma uymayan kayıtlar düzenlemeleri ve taşınmazın niteliğinde yanlışlık yapmalarını da aynı kapsamda düşünmek gerekir. Zira tapu işlemleri kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan tapu kütüğünün oluşumu aşamalarında kadastro işlemleri ile tapu işlemlerinin bir bütün oluşturduğu kuşkusuzdur.
Somut olaya gelince; ormanlar özel mülkiyete konu olamayacak ise de; taşınmaza önce kadastro yoluyla gerçek kişiler adına tapu kaydı oluşturulduğu, satış yoluyla çekişmeli taşınmazın davacıya intikal ettiği, bu şekilde tapu sicilinin hatalı olarak tutulduğu dosya kapsamı ile sabit olmakla TMK’nın 1007. maddesi kapsamında Devletin kusursuz sorumluluğu ilkesi gereği Hazinenin davacının gerçek zararını karşılaması gerekmektedir.
Açıklanan sebeple Hazine açısından çekişmeli taşınmazın tapu iptal ve tescil davasının kesinleştiği tarih itibari ile taşınmazın gerçek değerinden sorumlu olacağı, bunun kusursuz, objektif sorumluluk niteliğinde olduğu, davacının tapu kaydındaki şerhi bilerek, görerek satın almasının yani iyiniyetli olup olmamasının Hazinenin sorumluluğuna etki etmeyeceği ve tazminata hükmedilmesi gerektiği açık olduğuna göre bölge adliye mahkemesince verilen karar usul ve kanuna aykırıdır.” hususlarına değinilmiştir.
Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucu; davacının davasının kısmen kabulü ile, 2.138.204,00 TL tazminatın dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalı Hazineden alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine, karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
Dava TMK’nın 1007. maddesine dayalı olarak açılan tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmişse de yapılan araştırma ve inceleme hüküm kurmaya yeterli değildir. Şöyle ki, dava konusu olayda Hazinenin sorumluluğu Türk Medeni Kanununun 1007. maddesi gereğince tapu sicilinin tutulmasından kaynaklandığından, zararın meydana geldiği tarihe göre, tapusu iptal edilen gayrimenkulün niteliği ve değeri belirlenmelidir. Taşınmazın niteliği arazi ise, net gelir metodu yöntemi ile, arsa vasfında ise değerlendirme gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre hesaplanması suretiyle gerçek değer belirlenmelidir.
Mahkemece tapu iptal kararının kesinleştiği tarihe göre taşınmazın arsa vasfında olduğunun kabulü yerindedir. Ancak emsal alınan …… mahallesi 228 m2 yüzölçümlü, 12069 parselin satış akit tablosundan 1/2 hissesinin 14.250 TL’ye … …. adlı kişiye, 1/2 hissesinin de 14.250 TL bedelle …..adlı kişilere satıldığı yani taşınmazın tamamının 28.500 TL’ye satıldığı satış m2 fiyatının 125 TL olduğu anlaşılmaktadır. Oysa hükme esas alınan bilirkişiler tarafından düzenlenen raporda, emsal alınan 228 m2 yüzölçümlü …… parsel sayılı taşınmazın 1/2 hissesinin 25/03/2011 tarihinde 28.5000 TL’ye satıldığı belirtilerek, m2 satış fiyatı 250 TL üzerinden hesaplama yapılmıştır. Ayrıca bilirkişilerce taraflarca sunulan emsallerin kayıtları getirtilmediğinden incelenmediği ve tek emsal parselin incelendiği rapora dayalı hüküm kurulduğu anlaşılmaktadır.
Bu durumda davaya konu taşınmazın değerinin yöntemine uygun şekilde tespit edildiği söylenemez.
Bu nedenle, mahkemece arsa niteliğinde bulunan dava konusu taşınmaza yönelik olarak, emsal satışların değerlendirme tarihindeki (tapu iptal ve tescil kararının kesinleştiği 25/09/2012) karşılıklarının fiyat artış endekslerinin uygulanması suretiyle tespiti, bundan sonra emsal ile dava konusu taşınmazın eksik ve üstün yönlerinin neler olduğu ve oranları açıklanmak, taşınmazdan …… payının düşülmesinin gerekip gerekmediği belirtilmek, suretiyle gerçek zararın belirlenmesi gerektiğinden, taraflara, dava konusu taşınmaz ile aynı bölgede bulunamaması halinde yakın bölgelerden ve değerlendirme tarihinden önce ve yakın zaman içinde satışı yapılan benzer nitelikli ve yüzölçümlü satışları bildirmeleri için olanak tanınması, gerekli görülürse re’sen emsal getirtme yoluna gidilmesi ve bu emsallere göre değer biçilmesi için konunun uzmanı bilirkişilerden oluşturulacak bilirkişi kurulu vasıtasıyla keşif yapılarak, denetlemeye olanak veren bilimsel verileri içeren rapor alınması, emsal alınan taşınmazlara ilişkin resmi satış akit tablolarının tapu müdürlüğünden getirtilmesi, emsal taşınmazlar ile çekişmeli taşınmaza ait Arsa Metrekare Rayiç Bedeli Takdir Komisyonu tarafından belirlenen emlak vergisine esas olan metrekare değerleri, ilgili belediye başkanlığı emlak vergi dairesinden istenip, dava konusu taşınmazın, emsal taşınmazlara göre üstünlük oranı yönünden bilirkişi kurulu raporunun da denetlenmesi, dava konusu taşınmazın değerlendirme tarihi itibariyle, emsal alınan taşınmazın ise satış tarihinde imar düzenlemesi sonucu oluşmuş imar parselleri olup olmadıkları, imar parseli iseler düzenleme ortaklık payının düşülüp düşülmediğinin, düşülmüş ise oranının belediye başkanlığı imar ve tapu müdürlüklerinden sorulup, emsalin İmar Kanunu uyarınca imar parseli, dava konusu taşınmazın ise kadastral arsa parseli olduğunun belirlenmesi halinde çekişmeli taşınmazın emsalle karşılaştırma sonucu bulunan değerinden düzenleme ortaklık payına karşılık gelecek oranda indirim yapılması gerektiğinin gözetilmesi, oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve yetersiz bilirkişi raporuna dayanılarak yazılı şekilde hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; taraf vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde iadesine 10/10/2019 günü oy birliği ile karar verildi.
YARGITAY ( 2019 OLUMSUZ ARALIK GÖRÜŞÜ )
- Hukuk Dairesi 2019/3652 E. , 2019/7115 K.
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ:Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda kurulan hükmün Yargıtay’ca duruşmalı olarak incelenmesi dahili davalı Hazine vekili Av. … …. tarafından istenilmekle, tayin olunan 07/05/2019 günü için yapılan tebligat üzerine, temyiz eden dahili davalı Hazine ve Tapu Müdürlüğü vekili …. geldiler, diğer taraftan davacı … vekili Av. …, davalı … Yönetimi vekili …. geldiler, başka gelen olmadı, açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, gelenlerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi. İş karara bırakıldı. Daha sonra dosya içindeki tüm belgeler incelenip, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı … Yönetimi vekili 14.10.2011 havale tarihli dilekçe ile, …. mahallesi 6326 ada 2 parsel sayılı taşınmazın kesinleşmiş orman kadastrosu sınırları içinde kaldığı halde, 3402 sayılı Kanunun 22/2-a maddesi uyarınca yapılan tapulama, kadastro veya değişiklik işlemlerine ilişkin; sınırlandırma, ölçü, çizim ve hesaplamalardan kaynaklanan hataları gidermek üzere uygulama niteliğini kaybeden, teknik nedenlerle yetersiz kalan, eksikliği görülen veya zemindeki sınırları gerçeğe uygun göstermediği tespit edilen kadastro haritalarının tekrar düzenlenmesi ve tapu sicilinde gerekli düzeltmelerin sağlanması çalışmasında orman niteliğiyle Hazine adına askıya çıkarılması gerekirken, davalı gerçek kişi adına askıya çıkarılmasının hatalı olduğundan, davalıların elatmasının önlenmesi ile tapu kaydının iptali ile orman niteliğiyle Hazine adına tesciline, dayanaksız kalan 3402 sayılı Kanunun 22/2-a çalışmasının iptaline, tapu kaydındaki üçüncü kişiler lehine bulunan şerhlerin iptaline karar verilmesini istemiş, dava mahkemenin 2011/642 Esas sırasına kaydedilmiştir
Birleşen 2012/121 Esas sayılı dosyada davacı gerçek kişi vekili 20.02.2012 havale tarihli dilekçe ile, vekil edeni adına tapuya kayıtlı dava konusu taşınmazın, bedel ödenmeksizin mülkiyet hakkının ortadan kaldırılmak istendiği gerekçesiyle tazminata hükmedilmesi istemiyle Orman Yönetimine husumet yöneterek ayrıca dava açmış, fazlaya dair haklarını saklı tutarak şimdilik 1000.00.-TL tazminatın dava tarihinden işleyecek yasal faiz ile birlikte davalı … yönetiminden tahsiline karar verilmesini istemiş, mahkemece davanın Orman Yönetimi tarafından açılan 2011/642 Esas sayılı dosyada birleştirilmesine karar verilmiştir.
Davalar birleştirildikten sonra, tazminat davasına ilişkin husumet Hazine ve….. yaygınlaştırılmıştır.
Mahkemece, davacı … Yönetiminin davasının kabulü ile, dava konusu 6326 ada 2 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının iptali ile orman niteliğiyle Hazine adına tesciline, davalı-davacı gerçek kişinin Orman Yönetimi ve …..yönelik açılan davanın husumet nedeniyle reddine, davalı-davacı gerçek kişinin Hazine aleyhine açtığı davanın kabulü ile 10.000.-TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı Hazineden alınarak davalı-davacı gerçek kişiye verilmesine, fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmasına karar verilmiş, hüküm Hazine vekili tarafından tazminat davasına, davalı-davacı gerçek kişi vekili tarafından tapu iptal ve tescil davası ile yargılama giderlerine ilişkin olarak temyiz edilmiş, Dairenin 12/06/2014 tarih ve 2014/4205 E. – 6425 K. sayılı kararı ile; tapu iptal ve tescile ilişkin hükmün düzelterek onanmasına, tazminat davasının ise bozulmasına karar verilmiştir.
Hükmüne uyulan Yargıtay ilamında özetle;
“1) Davalı-davacı gerçek kişinin tapu iptali ve tescil davasının esasına ilişkin temyiz itirazları yönünden;
İncelenen dosya kapsamına, kararın dayandığı gerekçeye, uzman orman bilirkişi tarafından kesinleşmiş orman tahdit haritasına dayalı olarak yöntemine uygun biçimde yapılan uygulama ve araştırmada çekişmeli taşınmazın orman tahdidi içinde kalan yerlerden olduğu ve üzerinde 40-60 yaşlı kızılçam ve 20-25 yaşlı meşe ağalarından oluşan 3 kapalılıkta eylemli orman bulunduğu ve %20-25 eğimli olduğu anlaşıldığına ve yazılı biçimde hüküm kurulmasında bir isabetsizlik bulunmadığına göre, tapu kaydının iptali ile orman niteliğiyle tescile karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Ancak, hüküm tarihinden önce 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı Kanunun 16. maddesiyle 3402 sayılı Kanuna eklenen “Kadastro işlemi ile oluşan tespit ve kayıtların iptali için Devlet veya diğer kamu kurum ve kuruluşları tarafından kayıt lehtarına karşı kadastro mahkemeleri ile genel mahkemelerde açılan davalarda davalı aleyhine vekâlet ücreti dahil, yargılama giderine hükmolunmaz.” şeklindeki 36/A maddesi ve 17. maddesi ile eklenen “Bu Kanunun 36/A maddesi hükmü, henüz infaz edilmemiş yargı kararlarındaki vekâlet ücreti dâhil yargılama giderleri için de uygulanır.” şeklindeki geçici 11. maddesi hükümleri gereğince davalı aleyhine vekâlet ücreti dahil yargılama giderlerine hükmolunamayacağından, bu husus hükmün bozulmasını ve yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden hükmün düzeltilerek onanması uygun görülmüştür. Bu nedenle; hükmün 3, 4, 5, 6 ve 7 numaralı bendlerinin hükümden çıkartılmasına ve bunun yerine 3 numaralı bent olarak “3- 3402 sayılı Kanuna 6099 sayılı Kanun ile eklenen 36/A maddesi ile geçici 11. maddesine göre; davacı … Yönetiminin yaptığı tüm yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına ve aynı kanun hükmü gereğince davacı … Yönetimi yararına vekalet ücreti takdirine yer olmadığına” cümlelerinin yazılması suretiyle düzeltilmesine ve tapu iptali ve tescil davası yönünden kurulan hükmün 6100 sayılı Kanunun geçici 3. maddesi atfıyla 1086 sayılı HUMK’nın 438/7. maddesine göre düzeltilmiş bu şekliyle ONANMASINA,
2) Davalı Hazine vekilinin TMK’nın 1007. maddesi uyarınca açılan tazminat davasına yönelik temyiz itirazlarına gelince;
Davacı gerçek kişi tarafından, Orman Yönetimi tarafından aleyhine açılan tapu iptali ve tescil davasından sonra, tapu sicilinin hatalı tutulması nedeniyle tazminat istemiyle dava açılmıştır. Davanın bu niteliğine göre tazminat isteminin değerlendirilmesi gerekir.
Tapu sicilinin önemi ve kişilerin bu sicile olan güven duygularını sağlamak bakımından Medenî Kanunun 1007. maddesi ile tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devletin sorumlu olacağı ilkesi benimsenmiştir. Bu sorumluluk asıl ve nesnel (objektif) bir sorumluluk olduğundan zarara uğrayan, zararının ödetilmesini doğrudan Devletten isteyebilir. Sicil tutma işleminden ya da bir işlemin yerine getirilmemiş olmasından kaynaklanan uyuşmazlıklarda Borçlar Kanununun haksız eylemden doğan sorumluluğa ilişkin kurallarının uygulanacağı da kuşkusuzdur.
Tapu işlemleri, kadastro tesbiti işlemlerinden başlayarak birbirini izleyen işlemler olup tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda oluşan hatalardan da Devlet, Medenî Kanunun 1007. Maddesi gereğince kusursuz olarak sorumludur. Kusursuz sorumluluk, tapu siciline bağlı çıkarların ve mal varlığına ilişkin (aynî) hakların, yanlış tescil sonucu sicile güven ilkesi yönünden değişmesi ya da yitirilmesi, bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen Devlet, sicillerdeki yanlış kayıtlardan doğan zararları ödemeyi de üstlenmektedir. Dayanaksız ya da hukukî duruma uymayan kayıtlar düzenlemek, taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmak da aynı kapsamda düşünülmüştür. Devletin kadastro işlemlerinden sorumluluğunun kapsamında, Medenî Kanunun 1007. maddesi gereğince açılan tazminat davalarında, davalı sıfatı, Hazineye ait olduğundan, Orman Yönetimi ve …’nın davalı sıfatı olmadığından, bunlar yönünden davanın husumet nedeniyle reddine karar verilmesinde isabetsizlik yoktur.
Davanın niteliğine göre tazminat miktarının belirlenirken öncelikli konu, tapusu iptal edilen gayrimenkulün niteliğinin ve değerinin hesaplanması olup, arazi niteliğindeki taşınmaz başka deyişle tarım alanlarında net gelir esas alınarak, arsa niteliğindeki taşınmazlar içinse emsal karşılaştırması yapılarak değer belirlenmelidir.
Bakanlar Kurulunun Yargıtay’ca kısmen benimsenen 28.02.1983 gün ve 1983/6122 sayılı Kararı uyarınca, imar planında yer almayan bir taşınmazın, arsa sayılabilmesi için belediye veya mücavir alan sınırları içinde olmakla beraber, belediye hizmetlerinden (Belediyece meskun olduğu için veya meskun hale getirileceği için sunulan yol, su, elektrik, ulaşım, çöp toplama, kanalizasyon, aydınlatma vs.) yararlanan ve meskun yerler arasında yer alması gerekir.
Taşınmaz belediye nazım imar planı içinde ise, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 17.04.1998 gün ve 1996/3-1998/1 sayılı kararı uyarınca, bu plan kapsamına alındığı tarih ve plandaki konumu, altyapı hizmetlerinden yararlanma ve ulaşım olanakları, belediye merkezine uzaklığı, kullanım biçimi itibariyle iskan amacına yönelik yapılaşma olasılıkları da değerlendirilmek üzere araştırılmalıdır.
Bu hususlar belediye başkanlığından ve su ve elektrik idarelerinden ve diğer ilgili merciilerden sorulup alınacak cevap yazılarına göre taşınmazın arsa niteliğinde olup olmadığı saptanmalıdır.
Yapılan araştırma sonunda tapusu iptal edilen taşınmazın arazi olduğu saptanacak olursa değeri, taşınmazın mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması halinde, ekilecek ürünlerin ve bu ürünlerin elde edilmesi için yapılacak harcamalar gözönünde tutularak, net gelirin hesaplanması ve bilimsel yolla değerinin bulunması, bedel tespitinde etkisi olan diğer tüm unsurlar dikkate alınarak her unsurun gerekçeleri ve değere katkı oranları ayrı ayrı belirtilip dayanakları gösterilmek suretiyle değerlendirilerek saptanması için; şayet tapusu iptal edilen taşınmaz arsa niteliğinde olduğu belirlendiği taktirde de değerinin, tapu iptal kararının kesinleştiği gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre hesaplanması zorunludur. Bu itibarla emsal satışların değerlendirme tarihindeki karşılıklarının fiyat artış endekslerinin uygulanması suretiyle tespiti, bundan sonra emsal ile dava konusu taşınmazın eksik ve üstün yönlerinin neler olduğu ve oranları açıklanmak suretiyle değer biçilmesi gereklidir.
Bu durumda taraflara, dava konusu taşınmaza yakın bölgelerden ve yakın zaman içinde satışı yapılan benzer yüzölçümlü satışları bildirmeleri için olanak tanınması, gerekli görülürse re’sen emsal getirtme yoluna gidilmesi ve bu emsallere göre değer biçilmesi için; yeniden oluşturulacak bilirkişi kurulu vasıtasıyla keşif yapılarak, denetlemeye olanak veren bilimsel verileri içeren rapor alınması ve oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, taşınmazın rayiç değerini denetime elverişli olarak belirlenmeye yeterli ve elverişli olmayan eksik araştırma ve yetersiz bilirkişi raporuyla hüküm kurulması usûl ve kanuna aykırıdır” denilmiştir.
Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sırasında davacı 23/10/2017 tarihinde Hazineye karşı TMK 1007 kaynaklı dava açmış, bozma öncesi 2011/642 Esas sayılı dosyada verilen tapu iptal kararının kesinleştiğini belirterek bilirkişi raporunda belirtilen değer doğrultusunda fazlaya dair haklarını saklı tutarak 943226,35.-TL tazminatın tapu iptal ve tescil kararının kesinleştiği tarihten işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiş, mahkemece davanın temyize konu dava ile birleştirilmesine karar verilmiştir.
Davacı vekili birleşen dosya açısından davasını ıslah etmiş, 27/02/2018 havale tarihli dilekçesi ile birleşen 2017/506 Esas sayılı dosyada talep ettikleri tazminat miktarını 952226,35.-TL’ye atırmış hükmün kesinleştiği tarihten faiz işletilmesini talep etmiş, ıslah harcını da yatırmıştır.
Birleşen dosyalar üzerinden yapılan yargılama sonucu; birleşen 2012/121 E. – 2012/68 K. sayılı dosyasında davalı … Yönetimi ve dahili davalı …’na karşı açılan davanın husumet yokluğundan reddine,
Dahili davalı Hazineye karşı açılan davanın kabulü ile,
1000,00.-TL’nin tapu iptal ve tescil kararının kesinleştiği tarih olan 08/07/2015 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
Birleşen …..Mahkemesinin 2017/506 E. – 2017/478 K. sayılı dosyası yönünden; açılan davanın ıslah edilmiş haliyle kabulü ile,
952.226,35.-TL’nin tapu iptal ve tescil kararının kesinleştiği tarih olan 08/07/2015 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş, hüküm davalı Hazine tarafından duruşmalı olarak ve feri müdahil ….zafeten tapu sicil müdürlüğü tarafından ise duruşmasız olarak temyiz edilmiştir.
Dava dilekçelerindeki açıklamalara göre, Orman Yönetimi tarafından açılan davanın tapu iptal ve tescil ile elatmanın önlenmesi davası, gerçek kişi tarafından açılan dava ise, TMK’nın 1007. maddesi uyarınca tapu sicilinin tutulmasından kaynaklı tazminat istemine ilişkin iken Orman Yönetimi tarafından açılan tapu iptal davası sonucu kurulan hükmün düzelterek onanması ile kesinleşmiş olup, TMK 1007 gereği açılan tazminat davası temyize konudur.
Yörede 6831 sayılı Kanuna göre 01.09.1995 ilâ 19.10.1995 tarihleri arasında yapılıp 28.02.1996 ilâ 28.08.1996 tarihleri arasında ilân edilerek kesinleşen orman kadastrosu ve 3302 sayılı Kanunla değişik 2/B madde uygulaması vardır.
Dava konusu taşınmaz, 1975 yılında yapılıp kesinleşen genel arazi kadastrosunda, 973 tahrir sayılı vergi kaydı dayanak alınarak 5100 m² yüzölçümüyle…… adına tesbit ve tescil edilmiş, 02.08.2011 tarihinde satış suretiyle davalı-davacı gerçek kişi adına intikal görmüş, 1997 yılında tapu kaydına “tamamının orman tahdidi içinde kalmaktadır” şeklinde şerh verilmiş, 3402 sayılı Kanunun 22/2-a maddesi uyarınca yapılan çalışmada 6326 ada 2 parsel sayısında 5.100,17 m² yüzölçümüyle tesbit edilmiştir.
Mahkemece, davacı gerçek kişi lehine TMK’nın 1007. maddesi uyarınca tazminata hükmedilmesine ilişkin olarak verilen ilk karar, davalı Hazinenin tazminat yönünden temyizi üzerine Daire tarafından bedelin belirlenmesine ilişkin olarak araştırmaya dayalı bozulmuştur.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle “maddi hata” kavramının irdelenmesinde yarar vardır.
Maddi hata (hukuki yanılma), maddi veya hukuki bir olayın olup olmadığında veya koşul veya niteliklerinde yanılmayı ifade eder…..
Burada belirtilen maddi yanılgı kavramından amaç; hukuksal değerlendirme ve denetim dışında, tamamen maddi olgulara yönelik, ilk bakışta yanılgı olduğu açık ve belirgin olup, her nasılsa inceleme sırasında gözden kaçmış ve bu tür bir yanlışlığın sürdürülmesinin kamu düzeni ve vicdanı yönünden savunulmasının mümkün bulunmadığı, yargılamanın sonucunu büyük ölçüde etkileyen ve çoğu kez tersine çeviren ve düzeltilmesinin zorunlu olduğu açık yanılgılardır.
Bilindiği üzere mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 459. maddesi ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 304. maddesi uyarınca, iki tarafın isim, sıfat ve neticei taleplerine ilişkin maddi hatalar ve esas hükümde hesap hataları yapılmış ise mahkeme bu hataları düzeltebilir.
Uygulamada zaman zaman görüldüğü gibi, Yargıtay denetimi sırasında da, uyuşmazlık konusuna ilişkin maddi olgularda, davanın taraflarında, uyuşmazlık sürecinde, uyuşmazlığa esas başlangıç ve bitim tarihlerinde, zarar hesaplarına ait rakam ve olgularda ve bunlara benzer durumlarda; yanlış algılama sonucu, açık ve belirgin yanlışlıklar yapılması mümkündür. Bu tür açık hatalarda ısrarla maddi gerçeğin gözardı edilmesi, yargıya duyulan güven ve saygınlığı, adalete olan inancı sarsacaktır.
O nedenledir ki; Yargıtay, bu güne değin maddi yanılgının belirlendiği durumlarda soruna müdahale etmiş; baştan yapılmış açık maddi yanlışlığın düzeltilmesini kabul etmiştir.
Nitekim, Hukuk Genel Kurulunun 23.10.2002 gün ve 2002/10-895 E. – 2002/838 K.; 02.07.2003 gün ve 2003/21-425 E. – 2003/441 K.; 13.04.2011 gün ve 2011/9-101 E. – 2011/128 K. sayılı kararlarında da; maddi yanılgıya dayalı onama ve bozma kararlarının karşı taraf lehine sonuç doğurmayacağı, hatalı biçimde hak sahibi olmanın evrensel hukukun temel ilkelerine ters düşeceği, maddi gerçeğin her zaman önde geleceği kabul edilmiş, maddi yanılgıya dayalı olarak verilmiş bulunan onama ve bozma kararları ile hatalı biçimde hak sahibi olmanın evrensel hukukun temel ilkelerini ihlal edeceği ve karşı taraf yararına sonuç doğurmasının olanaklı olmadığı belirtilmiştir.
Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında eldeki davaya konu olay incelendiğinde, çekişmeli taşınmaz dava dışı kişi adına kayıtlı iken tapu kaydına 1997 yılında “tamamı orman tahdidi içinde kalmaktadır” şeklinde şerh verilmiş olup, davacı gerçek kişi tapu kaydına konulan bu şerhten sonra 2011 yılında taşınmazı satın almıştır.
Türk Medenî Kanununun 1007. maddesi uyarınca kabul edilen Devletin sorumluluğu, tapu sicilinin önemi ve kişilerin bu sicile olan güven duygularını sağlamak bakımından, ayın hakkının saptanması, herkese açık tutulmasında tekel hakkı sağlayan bir sicil olması esasına dayanmaktadır. Bu sorumluluk asıl ve nesnel (objektif) bir sorumluluk olduğundan, zarara uğrayan, zararının ödetilmesini doğrudan Devletten isteyebilir.
Anılan madde uyarınca Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluk niteliğinde olup, tapu siciline bağlı çıkarların ve mal varlığına ilişkin (aynî) hakların, yanlış tescil sonucu sicile güven ilkesi yönünden değişmesi ya da yitirilmesi, bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü, sicillerin doğru tutulmasını üstlenen Devlet, sicillerdeki yanlış kayıtlardan doğan zararları ödemeyi de üstlenmektedir. Dayanaksız ya da hukukî duruma uymayan kayıtlar düzenlemek, taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmak da aynı kapsamda düşünülmüştür.
4721 sayılı Türk Medenî Kanununun 1007. maddesi gereğince, tapu sicilinin yanlış tutulması nedeniyle zarara uğrayan kişinin bütün zararlarından Devlet sorumludur. Bu sorumluluğa ilişkin olarak kusursuz sorumluluk/tehlike sorumluluğuna ilişkin kurallar uygulanacak olup, Devlet tapu sicilinin tutulmasından ileri gelecek bütün zararlardan asli olarak sorumludur. Bu sorumluluktan söz edebilmek için, tapu sicilinin tutulmasında görevli memurun hukuka aykırı bir işleminin ve bununla zarara neden olan sonuç arasında illiyet bağının varlığı gerekmekle birlikte, eylemin kusura dayanıp dayanmamasının bir önemi bulunmamakta, kusur yalnızca Devletin görevli memura rücu etmesi yönünden önem taşımaktadır. Bu madde ile düzenlenen Devletin kusursuz sorumluluğu, bir tehlike sorumluluğu niteliğinde (HGK 05.10.1955 gün ve 1955/4-58 E. – 1955/64 K. sayılı; 29.06.1977 gün ve 1977/4-845 E. – 1977/655 K. sayılı; 24.09.2003 gün ve 2003/4-491 E. – 2003/487 K. sayılı; 19.04.2006 gün ve 2006/4-113 E. – 2006/205 K. sayılı; 09.05.2007 gün ve 2007/4-212 E. – 2007/261 K. sayılı kararları) olduğundan, tapu müdür ya da memurunun kusuru olsun olmasın, tapu sicilinin tutulmasında kişilerin malvarlığı çıkarlarını koruyan hukuk kurallarına aykırı davranılmış olması yeterlidir. Tapu sicilinin tutulmasında kişi çıkarlarının korunması bakımından uyulması gereken kurallar tapu mevzuatı ile sınırlı olmayıp, bu mevzuat dışındaki hukuk kurallarına ve hukukun genel ilkelerine de uyulması gerekmektedir. Tapu müdür ya da memurlarının ihlal ettikleri hukuk kuralları ister genel olsun ister salt sicilin tutulmasıyla ilgili olsun her iki halde de ortaya çıkan sonuç tapu sicilinin hukuka aykırı tutulmuş olmasıdır. ….. Bu nedenle sicilin hukuka uygun tutulması kavramı tapu mevzuatına uygunlukla sınırlı bir kavram olmayıp, hukukun genel ilkelerine uygunluk da gerekmektedir. Bunun dışına çıkan her hukuka aykırı davranıştan Devletin sorumluluğu asıldır.
Kusursuz sorumluluk şeklinde düzenlenen Devletin sorumluluğu, ancak zarar ile uygun nedensellik bağının kesildiğinin kanıtlanması durumunda ortadan kalkacaktır. Yani zarar görenin veya üçüncü kişinin ağır kusurunun veya mücbir sebep halleri gibi illiyet bağını kesen bir durumun varlığının kanıtlanması halinde sorumluluktan kurtulunabilecektir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, her ne kadar Devletin kusursuz sorumluluk ilkesi gereğince davacı gerçek kişi lehine TMK’nın 1007. maddesi uyarınca tazminat ödemekle yükümlü olduğu düşünülürse de davacı kişinin tapu kaydında yer alan orman şerhini görerek taşınmazı satın almasında zarar görenin ağır kusurunun bulunup bulunmadığı eş söyleyişle zarar ile uygun nedensellik bağının kesilip kesilmediği hususları tartışılması gerekmekte iken, mahkemece verilen ilk karar sonrası Hazinenin tazminat yönünden temyiz dilekçesinde bu husus ileri sürülmediğinden Daire tarafından da açık, kesin ve net bir şekilde tartışılmamış ve maddi hataya dayalı olarak Devletin kusursuz sorumluluğunun bulunduğu ve tazminat bedelinin hesaplanma yöntemine ilişkin olarak bozma kararı verilmiş olup, maddi hata sonucu Dairemizce verilen bozma ilamına uyulmasının usulü kazanılmış hak ilkesinin istisnasını oluşturacağı ve davacı gerçek kişi lehine usulü kazanılmış hak teşkil etmeyeceği açıktır.
Bu nedenle mahkemece devletin tapu sicilinin tutulmasındaki kusursuz sorumluluğu ile, davacı kişinin tapu kaydında yer alan orman şerhini görerek taşınmazı satın almasında zarar görenin ağır kusurunun bulunup bulunmadığı, uygun nedensellik bağının kesilip kesilmediği hususları tartışılıp değerlendirilerek varılacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken bu hususların hiç irdelenmeden davanın kabulü yönünde hüküm kurulmuş olması doğru görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarda açıklanan nedenlerle; davalı Hazine ve fer’i müdahil Çevre ve Şehircilik Bakanlığının temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA 04/12/2019 günü oy çokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Orman Yönetimi …. parselin orman tahdidi içinde bulunması nedeniyle tapu kaydının iptali ile orman olarak Hazine adına tapuya tesciline, davalıların elatmalarının önlenmesine ve tapu kaydındaki şerhlerin kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Birleşen 2012/121 E. sayılı dosyada ise tapu maliki taşınmazın bedeli olarak 10.000.00 TL’nin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte tahsilini talep etmiştir.
Mahkemece: Orman Yönetiminin davasının kabulü ile taşınmazın tapu kaydının iptaline orman olarak Hazine adına tapuya tesciline, birleşen dosyada ise belediye ve Orman Yönetimi yönünen husumetten reddine, Hazine aleyhine açılan davanın kabulüne 10.000 TL’nin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte Hazineden alınanak davacıya verilmesine hükmetmiş, bu karar Hazine ve birleşen dosya davacısı tarafından temyiz edilmiştir.
Dairemizce yapılan temyiz incelemesi neticesinde; davalı gerçek kişinin tapu iptali ve tescil davasının esasına ilişkin temyiz itirazları yerinde görülmemiş ve bu davada verilen karar masraflar yönünden düzeltilerek onanmıştır. Birleşen dosyada kişinin istediği tazminat davası yönünden verilen karar bozulmuştur. Bozma kararında; kişinin tapu kaydının iptal edilmesi nedeniyle, Medeni Kanunun 1007. maddesi gereğince bedel isteyebileceği, ancak mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin yeterli olmadığı açıklanarak bu yönden araştırmaya yönelik olarak bozulmuştur.
Mahkemece, Dairemizin 12/06/2014 tarih 2014/4205 E. – 6425 sayılı bozma kararına uyarak yapmış olduğu yargılama sonucunda, davacının açtığı ek davada nazara alınarak 1.000.00 TL’nin kesinleşme tarihi olan 08/07/2015 tarihinden, birleşen ek davada ise 952.226.35 TL’nin yine 08/07/2015 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlekte tahsiline karar vermiş ve bu karar davalı Hazine ve fer’i müdahil Çevre ve Şehircilik Bakanlığı vekilince temyiz edilmiştir.
Dairemizce bu son temyiz incelemesi sırasında, taşınmazın başlangıçta dava dışı üçüncü kişi adına tapuda kayıtlı iken tapu kaydına 1997 tarihinde taşınmazın tamamının orman tahdidi içinde kalmaktadır şerhinin konduğunu, davacının bu şerhi bilerek 2011 tarihinde satın aldığını dolayısı ile davacının Medeni Kanunun 1007. maddesi gereğince tazminat talep edemeyeceğini, önceki bozma kararında maddi hatanın söz konusu olduğundan kazanılmış haktan bahsedilemeyeceği nedeniyle verilen karar bozulmuştur.
Dairemizin bu son bozma kararına katılmak mümkün değildir. Çünkü: öncelikle ilk bozma kararında maddi hatanın varlığından bahsedilemez. Başlangıçtan beri tapu kaydı üzerinde 1997 tarihinde konan orman şerhi hem mahkemece hem de Dairemizce bilinmektedir. Orman şerhinin konmasından sonra davacı tarafından satın alındığı, tapuda intikal işleminin yapıldığı, mülkiyetin davacıya geçtiği yine mahkeme ve Dairemiz incelemesi sırasında bilinmektedir. Aksine, açıkça ve gerekçe gösterilerek, davacının Medeni Kanunun 1007. maddesi gereğince tazminat davası açabileceği teferruatlı bir şekilde açıklanmıştır. Gözden kaçan görülmeyen bir husus yoktur. Kesinlekle maddi hata yoktur. Bu ilk bozma kararına mahkeme uyma kararı vererek yargılamaya devam etmiştir. Bozmaya uymakla karşı taraf lehine kazanılmış hak oluşmuştur. Mahkemelerce olduğu gibi Dairemizcede kazanılmış hakkın korunması ve dikkate alınması zorunludur. Somut olayda davacı gerçek kişi lehine kazanılmış hak söz konusudur ve maddi hata da yoktur. Yerel mahkemenin bozmaya uyduktan sonra davacının bedele yönelik davasının kabulüne karar vermesi usul ve kanuna uygundur. Hazine vekilinin davanın esasına yönelik temyiz talepleri bu yönden yerinde değildir. Esasen tapu kaydı üzerinde orman şerhi olmasına rağmen satın alan son malikin bedel talep etmesinde yani Medeni Kanunun 1007. maddesi gereğince dava açmasına mani bir durumun olmadığı, önceki malikin dava açabileceği gibi satın alan malikinde 10. yıllık zamanaşımı süresi içinde dava açabileceği kanaatindeyim. Malikin mülkiyeti devrederken dava hakkını devretmediği, dava hakkını saklı tuttuğu düşünülemez. Orman şerhini bilerek satın alma halinde Medeni Kanunun 1007. maddesindeki nedensellik bağının kestiği sonucunada varılamaz. (Benzer dosyalarda da bu görüşümü daha önce açıklamıştım. Dairemizin, 2019/216 E.- 2019/1117 K., 2016/7770 E.- 2018/5363 K., 2017/7688 E.- 2017/7196 K., 2018/6026 E.- 2019/4583 K. sayılı kararları aynı durumdadır.)
Hazinenin, davanın esasına ilişkin temyiz talepleri yerinde değilsede mahkemece ilk bozmaya uyulmasına rağmen bozma gerekleri tam olarak yerine getirilmemiştir. Bozma araştırmaya yöneliktir. Taşınmazın değerlendirme tarihinde arsamı, arazimi vasfında olduğu net bir şekilde belirlenmemiştir. Bakanlar Kurulunun 28.02.1983 tarih 1983/6122 sayılı kararı gereğince bu yönde araştırma ve inceleme yapılmalıdır. Belediye önceki yazısında taşınmazın 1/1000 imar planı içinde kentsel park alanında kaldığını, daha sonraki yazısında ise 1/1000 içinde orman alanında kaldığı bildirilmiştir. Mahkemecede taşınmazın orman olarak tapuya tesciline karar verildiğinden; imar planında bir değişikliğin yapılıp yapılmadığı bilinememekte ve denetlenememektedir. Bilirkişilerin emsal taşınmazla yaptığı değerlendirme ve kıyaslamalarda açık, anlaşılabilir ve denetlenebilir değildir. Mahkemenin son temyiz incelemesine tabi kararı bu eksiklikler yönünden yine araştırmaya yönelik olarak bozulmalıdır.
Kısaca, mahkemenin Medeni Kanunun 1007. maddesine göre verdiği kabul kararı esas itibari ile doğru, maddi hatanın söz konusu olmadığı, kazanılmış hakkın oluştuğu, ancak mahkemenin araştırma ve incelemesinin eksik olduğu düşüncesi ile sayın çoğunluğun bozma kararının içeriğine katılmıyorum. 04/12/2019